Uluslararası üne sahip Yayoi Kusama, benekli kumaş kullanımı ve kurulum sanatı ile ünlüdür. 1950’lerin sonundan beri aktif, inanılmaz uzun bir kariyere sahiptir. Heybetli mirası, sanat dünyasının sınırlarını bile aşıyor. Buna rağmen 1955’te, yalnızca sanatçı olmayı hayal eden ve henüz tanınmayan genç bir Japon kadınıydı. Başarılı olmanın bir yolunu ararken zamanının en büyük sanatçılarından birinden yardım istedi: Georgia O’Keeffe. Bu yazımızda, Yayoi Kusama ve Georgia O’Keeffe gibi iki yetenekli sanatçının hayatlarının nasıl iç içe geçtiğini keşfedeceğiz.
Çeviren: Sümeyye Alpay
İkili arasındaki diyaloglara geçmeden önce Yayoi Kusama’nın hayatına buradan ulaşabilirsiniz
Alışılmışın Dışında Bir Mentorlukları Vardı
-Yayoi Kusama Travmatik Bir Olaydan Sonra Çizmeye Başladı
Tohum tüccarı bir ailenin en küçük çocuğu olan Yayoi Kusama, Japonya’nın Matsumoto eyaletinin yerlilerindir. Kötü aile düzeni olan bir evde büyüdü. Annesi onu sadakatsiz babasını gözetlemeye zorlar ve sonrasında öfkeden onu döverdi. Henüz küçük bir kız çocuğuyken ailesinin menekşe tarlalarında geçirdiği psikotik nevrozdan sonra sanat yapmaya başladı.
İlk başta tekrarlayan halüsinasyonlarından korkan Kusama, zamanla onları kucaklamaya başladı. Çizim yapmak, onun için kaygılarından kaçmanın ve kurtulmanın bir yoluydu.
Georgia O’Keeffe’ye Belirleyici Bir Mektup
Mesleğini bir hobi olarak görmekten çok uzak, çiçek açan Kusama bir sanatçı olmaya karar verdi. Ailesinin isteğine karşı, resim öğrenmek için Kyoto’daki bir sanat okuluna gitti. Eğitimin geleneksel ortamı ona uymadığından orada kalmadı. Kusama’nın daha büyük projeleri vardı. Okuduğu kitaplarda gördüğü Amerikalı sanatçılar kadar ünlü olmayı hayal ediyordu. Georgia O’Keeffe’yi de o kitaplardan birinde keşfetti. O’Keeffe’nin bir kadın olarak elde ettiği başarılar kadar resimlerinden de etkilenen Kusama, ona yazmaya karar verdi.
O’Keeffe, Kusama’yı şaşırtarak yanıt verdi. Böyle bir yolu seçmenin zorluğu konusunda uyarıda bulunarak, Kusama’ya New York’a gitmesini ve çalışmalarını “ilgilenen herkese” göstermesini tavsiye etti. Kusama’nın kariyerinin izini süren belgeselde sanatçı, O’Keeffe’nin cevabının kendisine mesleğini sürdürmek için Japonya’dan ayrılıp Amerika Birleşik Devletleri’ne gitme cesareti verdiğini açıklıyor.
Yayoi Kusama’nın Georgia O’Keeffe’e yazacak cesareti olmasaydı, kariyeri kökünden farklı bir gidişat izlerdi. En iyi ihtimalle, onları destekleyecek doğru kişiyi bulabilecek kadar şanslı olmayanların başına geldiği gibi, Yabancı Sanat (Art Brut) kategorisine girerdi. En kötü senaryoda, sanatçının kendi sözleriyle “fazla feodal” bir Japonya’da annesinin despotluğu, yaratıcı enerjisini ezerdi.
Resmî Bir İlişkileri Vardı
Yayoi Kusama, Georgia O’Keeffe ile yazışmalarda bulunsa da ikisi olağan mentorluk ilişkilerini geliştirmedi.
Yayoi Kusama 1958’de New York’a geldiğinde, O’Keeffe yaklaşık 2000 mil daha batıda, New Mexico’da yaşıyordu. İlişkileri zayıf bir yazışmadan ve sadece kısa bir görüşmeden öteye gitmedi. Yayoi Kusama, Tate için yazdığı bir makalede bu karşılaşmanın küçük ayrıntılarını paylaşıyor. Her şeyden çok, onu rol modeli olarak görmenin kendinde yarattığı izlenimi anlatıyor. Kusama’da, O’Keeffe’de de bulunan bir özellik olan, özel hayatıyla ilgili bir gizlilik vardır.
İki kadın birbirlerinin çalışmalarını biliyor ve saygı duyuyorlardı, ancak iletişimlerini resmi tutuyorlardı.
İlişkileri Uzun Bir Geleneğin İçinde Yer Alıyor
Geleneksel bir mentorlukta, deneyimli sanatçılar, genç yetenekleri kanatlarının altına alır. Ustalar, öğrencilere tek tek başarılı olmaları için ihtiyaç duydukları her şeyi öğretir. Bu uygulama yüzyıllardır devam etmektedir. Bu mentor ve öğrenci arasında yakın olmasa da özel bir ilişki kurulmasına izin verir. Öğrencinin ustayı aşması önceden belirlenmiş olduğundan, rekabet gücünü de geliştirir. Akıl hocası Arthur Wesley Dow olan Georgia O’Keeffe için de işler böyle gitti.
Dow, Empresyonizm ve Japon estetik ilkelerini karıştıran manzaraları temsil eden bir ressamdı. Yine de, bugün çoğunlukla önemli bir sanat eğitimcisi olarak hatırlanırken, aynı zamanda eğitimci olan O’Keeffe ise, lirik doğa temsillerini resmettiği için kutlanan kişidir.
Kusama ve Georgia O’Keeffe’nin ilişkisi geleneksel bir mentorluk olmadığı için bu hiyerarşik ilişkiye sahip değillerdi. Aksine, ilişkileri birbirlerine karşı iki taraflı saygıya dayanıyordu.
Erkekler Arasında İki Güçlü Kadın Sanatçı
Bu formaliteye rağmen, O’Keeffe koruyucu rolüne gerçekten dahil oldu. Tıpkı Kusama gibi, O’Keeffe de kırsal kesimdendi ve Wisconsin’de bir çiftlikte büyümüştü. New York’un acımasız sanat ortamında genç bir kadın olmanın ne demek olduğunu önceden deneyimlemişti.
Georgia O’Keeffe’nin Maçolukla İmtihanı
Georgia O’Keeffe, yaşamı boyunca görünmez engelleri aşmayı başaran birkaç kadından biriydi. Sanatçı, başarılarına rağmen, sanatına yönelik kadın düşmanı yaklaşımlara karşı mücadele etti. Cinsiyet kimliği günümüzde hala etkisini sürdürüyor. Hiçbir grupta aktif olarak yer almamış olsa da, bazen “Amerikan Modernizminin annesi” olarak anılıyor. Ayrıca, gökdelenleri ve hayvan kafataslarını da tasvir etmiş olmasına rağmen, çiçekleri boyadığı için çalışmaları kadınsı olarak görülüyor. Çiçeklerin yakın plan tasviri, kadın cinsel organı için bir metafor olarak yorumlanıyor. Yine de O’Keeffe, “bir resmin konusu, gerçek tematik içeriği olan biçimini ve rengini asla örtmemelidir” diye belirtiyor. Bu, formların, kompozisyonun ve görsel etkisinin, yorumdan daha önemli olduğu anlamına gelir.
Erkeklerin Hakimiyetinden Bağımsız Bir Kariyer İnşa Ettiler
O’Keeffe, New York sanat sahnesinde büyük etkisi olan bir fotoğrafçı ve galerici olan Alfred Stieglitz ile evliydi. Georgia O’Keeffe’i ilk kez sergileyen Stieglitz olsa da, ressam kendi başına tanınırlık kazandı. Kocasının 1946’daki ölümünden sonra O’Keeffe, Büyük Şehir’de uzaktan çalıştı. Hala saygın bir figür olarak kaldı ve bir kadının büyük bir sanatçı olmak için mutlaka bir erkeğe ihtiyacı olmadığını kanıtladı.
Benzer şekilde, Yayoi Kusama’nın kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçı olan Amerikalı sanatçı Joseph Cornell ile tek bir kalıcı ilişkisi oldu. Cornell, Marcel Duchamp, Mark Rothko ve Andy Warhol gibi sanat dünyasının önemli isimlerini tanıyordu. Yine de hiçbir zaman kendi kariyerini ilerletmek için ona olan tutkusunu kullanmadı. Ne yazık ki, sanatçının etiği erkek meslektaşlarına göre farklıydı ve bu onu çok etkiledi.
Erkeklere Özel Sanatsal Hareketlerle Yan Yana Gelişiyorlardı
1950’lerin sonundan 1970’lere kadar, Kusama kariyerini farklı sanatsal anların yanında ilerletti: Soyut Dışavurumculuk, Pop Art, Minimalizm… Bütün bu hareketler ağırlıklı olarak erkek odaklıydı. Uzun bir süre Lee Krasner sadece Pollock’un karısı olarak hatırlandı. Soyut Dışavurumcu hareketin dışında kalan bir sanatçı olan Michael West, kadınların tanınmalarının kolay olmadığını gösteren bir başka örnek.
Lee Krasner ve Pollock arasındaki tablolara yansıyan aşkı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Yayoi Kusama’nın Fikirleri için Erkek Sanatçılara Takdir Verilmişti
Kusama’ya gelince, Donald Judd ve Andy Warhol gibi beğenilen sanatçılarla haşır neşir oldu. Sonuncuda olduğu gibi, sanatının kendisini ünlü yapmasını istedi. Ancak, sağlıklı bir rekabet ortamına sahip olmak yerine, birkaç erkek arkadaşı onun fikirlerini çaldı.
-Claes Oldenburg
Yayoi Kusama, Haziran 1962’de Claes Oldenburg, James Rosenquist ve Andy Warhol gibi sanatçılarla bir gösteriye katıldı. Kusama gruptaki tek kadın ve tek beyaz olmayan insandı. Meslektaşları kadar ünlü olmasa da fallik kumaş dokunaçlarıyla kaplı koltuğu büyük bir heyecan yarattı. Bu sergiden birkaç ay sonra Claes Oldenburg’un kariyeri “yumuşak heykeller” ile başladı. Oldenburg daha önce seramik ve sıvalı çuval bezi ile çalışmışken tamamen kumaştan büyük heykeller yapmaya başladı.
-Lucas Samaras
Benzer şekilde, Lucas Samaras’ın çalışması, Kusama’nın ilk Sonsuz Aynalı Oda’yı gördükten sekiz ay sonra birdenbire gelişti. Karma medya sanatçısı, küçük montaj kutularından tamamen aynalı, insan ölçeğinde bir kutu yaptı.
Günümüzde sonsuzluk odaları denilince ilk akla gelen sanatçı Yayoi Kusama’dır. Ancak o zamanlar, fikirlerine birer birer el konulmasını izlemek onun için gerçekten zordu.
-Andy Warhol
Bu durumdan en çok yararlanan sanatçı Andy Warhol oldu. Pop Art Kralı, 2019’da büyük bir retrospektif düzenledi. Chicago Sanat Enstitüsü’ndeki serginin tüm girişini, İnek Duvar Kağıdı’nın bir reprodüksiyonu kaplıyordu. Warhol bu sergiyi ilk kez 1966’da Leo Castelli Galerisi’nde sundu ve o zamandan beri konsept için itibar edilen kişiydi. Gerçek şu ki, bunu kelimenin tam anlamıyla Yayoi Kusama’nın 1964’teki Toplama: Bin Tekne Gösterisi‘nden aldı.
Kusama Maçoluk ve (belki) Irkçılık Yüzünden ABD’den Ayrıldı
Yayoi Kusama sadece bir kadın değil, aynı zamanda yabancı bir sanatçıydı. Bu kesinlikle erkek meslektaşlarının, orijinal fikirleri için acımasızca onun övgülerini toplamasını kolaylaştırdı.
O’Keeffe, sanat dünyasında erkeklerin ayrıcalığının gölgesine aşinaydı. Yetenekli olmasına rağmen, himayesindeki çifte yabancı statüsüyle New York’ta başa çıkmanın zor olacağını hissetti. Bu yüzden Kusama’ya Santa Fe’de ona katılmasını önerdi. Kusama, yalnızca New York’ta uluslararası tanınırlık kazanabileceğini düşünerek daveti birkaç kez reddetti.
Yine de 1960’ların sonunda Kusama’nın çağdaş sanata katkıları göz ardı edildi. Dahası, medya onu çelişkili bir biçimde, sansasyonel bir şekilde kendi reklamını yaparak fazla dikkat çekmek istediği için eleştirdi. Bu durumdan derinden etkilenen Yayoi Kusama, 1972’de Japonya’ya dönmeye karar verdi.
Hem O’Keeffe Hem de Kusama İzole Bir Şekilde Çalıştı
Genç Kusama, Amerikan rüyasını yaşayarak ünlü olabileceğini düşündü. Tüm çabalarına rağmen, orada çok az ün kazandı. İronik olarak, Yayoi Kusama ancak bir psikiyatri hastanesine girdikten sonra uluslararası ün kazandı. Kendisinden önceki Georgia O’Keeffe gibi, en önemli şeye odaklanmak için gönüllü olarak toplumun koşuşturmacasından uzaklaştı: yaratıcılığı aracılığıyla dünyayla etkileşime geçmek.