Vincent van Gogh’un doğa ile ilişkisi karmaşıktı; hem yaşamını hem de sanatını tanımladı. Hollandalı sanatçı, kırsal kesimde rahatlık ve ilham arayan şehrin koşuşturmasından nefret ederdi. Manzaraları ve doğa ilhamlı tabloları aracılığıyla onu Dışavurumcu akımın bir öncüsü yapan ruh hâllerine ve genel karakterine bir göz atabiliriz. Van Gogh ve erkek kardeşi Theo arasındaki mektuplar, sanatçının zihnine ve sanatındaki doğanın önemine dair gerçek bir hazinedir. İşte Vincent van Gogh ve doğa!
“Doğaya ve işime karşı sevgi duymasaydım mutsuz olurdum.” -Van Gogh, Lahey’den kardeşi Theo’ya, 26 Temmuz 1882.
Ayçiçekleri
Van Gogh ayçiçeklerine bayılırdı. Ona göre, ayçiçekleri sadakati ve bağlılığı temsil ediyordu, sarı ise mutluluğun rengiydi. Onlarla o kadar özdeşleşti ki arkadaşları cenazesine ayçiçekleri getirdi. Van Gogh, onların en ünlüsü olan Arles’da resmettiği vazodaki ayçiçeklerin birkaç versiyonunu yaptı. Bazılarını arkadaşı ve Fransa kırsalında van Gogh ile yaşamaya ve çalışmaya karar vermiş olan ressam arkadaşı Paul Gauguin’in odasını dekore etmek için kullandı.
Sadece sarının üç tonu ve ona hayat vermek için birkaç damla yeşille bir tablo yaratabilmesi dikkat çekicidir.
Süsenler
Akıl sağlığının bozulmasını ve meşhur “kulak olayı”nı takiben Van Gogh, kendini Saint Remy’deki bir akıl hastanesine yatırdı. Açık doğada çalışamayınca akıl hastanesinin bahçesindeki çiçekleri çizmeye başladı.
Bu parçayı incelerken Japon baskılarının onun tarzındaki etkisini görebiliriz; tüm tuvali kaplayan düz renklere, kırpılmış kompozisyonlara ve devasa süsenlere dikkat edin.
Theo, bu tabloyu Eylül 1889’da Salon des Indépendants’ta Rhone Üzerinde Yıldızlı Gece ile birlikte, serginin van Gogh’unu yazarak sunmuştur:
“[O] uzaktan göze çarpıyor. Hava ve hayat dolu güzel bir çalışma.”
Badem Çiçeği
Badem Çiçekleri, van Gogh’un bir başka favorisiydi. Bir bardağın içindeki küçük bir daldan çiçek açan bir ağaca kadar konuyla ilgili birçok yorum var. Belki de onların en ünlüsü mavi bir gökyüzünün altında çiçek açan badem dallarıdır. Badem çiçekleri, uzun bir kışın ardından doğanın yeniden doğuşunun sinyalini veren ilkbaharın ilk çiçekleridir.
Van Gogh, bu parçayı adını alan yeğeninin doğumu üzerine oluşturmuştur. O dönemlerde neredeyse bir yıldır Saint-Remy’de akıl hastanesinde bulunuyordu. Kardeşi Theo’ya olan mektuplarda, sevdiği doğadan uzakta, kapalı mekanda bu kadar çok zaman geçirmekten duyduğu memnuniyetsizliğini yazar.
“Fakat ne güzel bir toprak ve ne güzel bir mavi ve ne bir güneş. Yine de ben sadece bahçeyi ve pencere aracılığıyla ne anlayabileceğimi gördüm.” -Van Gogh’tan Saint-Rémy-de-Provence’tan Theo’ya, 31 Mayıs- 6 Haziran 1889.
Buğday Tarlaları
Van Gogh, Auver sur Oise’deki son aylarında küçük köy civarında bir dizi buğday tarlası çizdi.
Çalkantılı gökyüzü ve hiçbir yere gitmeyen yol, onun üzüntü ve yalnızlık duygularını iletir, fakat van Gogh onlara eklemek için pozitif bir not da buldu. Kendi sözleriyle:
“Bu tuvallerin size sözcüklerle söyleyemediklerimi, kırsal kesim hakkında sağlıklı ve güçlendirici olduğunu düşündüğüm şeyleri anlatacağına neredeyse inanıyordum.” -Auver sur Oise’den Van Gogh’dan Theo Van Gogh’a 10 Temmuz 1890.
Ağaç Kökleri
Genellikle Kargalı Buğday Tarlası’nın Van Gogh’un son tablosu olduğuna inanılır ama bu doğru değildir. Tersine, yarısı bitmiş Ağaç Kökleri öldüğünde şövalesinin üstünde duruyordu.
Başta tablo soyut gözükse de kısa süre içinde onun ağaç gövdeleri ve kökleriyle üç bayır gösterdiğini fark ediyoruz. Ağacın köklerinin ortaya çıkaran ve çöküş noktasına getiren çok fazla yağmur yağdı. Van Gogh bozulan akli durumunun farkındaydı bu yüzden bu eseri sıklıkla sanatçının kendisinden bir veda mesajı olarak görülür.
Van Gogh; ressamlığa, resim yaparken zihinsel problemlerini kontrol edebilen anlamına gelen “hastalığımın paratoneri” olarak hitap etti. Çiçekleri ve Fransız kırsalını kendisinin bir parçası gibi işleyip, başka hiç kimsenin yapmadığı şekilde çizdi.