Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin 1994 yılında kaleme aldığı ve Kubbealtı Vakfına bağışladığı Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı, kuruluşunun 50. yılı münasebetiyle özel bir dizi hazırlayan Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından geçtiğimiz aylarda yeniden basıldı. Bu yeni baskı, 1990 yılında vefat eden ebru sanatkârı Mustafa Düzgünman’ın hayatına dair özel notlar ve fotoğraflarla zenginleştirilmiştir.
Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı, Hâkimiyet-i Milliye Caddesi’ndeki 104 numaralı küçük dükkânda attarlık eden Sâim Efendi ile kardeşi Bekir Efendi’nin 75 yıllık attarlık yolculuğunu anlatıyor. Özemre’nin üç yaşından itibaren 53 yıl sadık bir müdavimi olduğu bu attar dükkânı güzel kokular, şifalı otlar, envai çeşit baharat satan bir yer olmasının yanı sıra birçok ârif ve sanatkârın sohbet meclisi, manevi dostlukların yuvası ve nice hayırların kapısı olmuştur. Özemre, manevi eğitimini ve kültürünü bu irfan yuvasından aldığını söyleyerek Hasretini Çektiğim Üsküdar kitabında, attar dükkânının sohbet ehli bir mekân olmasından bahseder:
‘’Adetâ akademi gibi bir şeydi. Burada dedikodu yapılmaz ve yalnızca dostâne, edibâne, hakimâne, rindâne sohbet edilirdi. Bu sohbetlerde yalnızca hazır bulunmak bile insana pek çok şey, fakat en önemlisi de edebin ne olduğunu ve nasıl izhâr edilmesi gerektiğini öğretirdi.’’ (sayfa 16)
Attar Dükkânı ve Attarlık Erkânı
Ahmed Yüksel Özemre, attar dükkânını anlatmaya sahipleri Sâim Efendi ve kardeşi Bekir Efendi’yi tanıtarak başlar. Sâim Efendi’nin baba dostu olduğundan ve aralarındaki derin muhabbetten söz açar. ‘’Attar’’ kelimesini ‘’aktar’’ diye telaffuz eden Üsküdar halkı, iki kardeşi aktar hocalar diye tanımıştır. Özemre, yarım asır öncesinin gürültüsüz beldesi Üsküdar’da birkaç attar dükkânının bulunduğunu fakat çeşit bakımından en zengininin Sâim Efendi’nin dükkânı olduğunu belirtir. Tezgâh ve raflar iğnelerden sapan lastiklerine, sabun fırçalarından ‘’maşallah’’ yazılı nazarlıklara, tahta kaşıklardan çocuklar için çıngıraklı tekerleklere, renk renk boyalardan mesina* makaralarına kadar envai çeşit eşya ile doludur.
Sâim Efendi, boya isteyip nasıl kullanacaklarını soran müşterileri ‘’Târifnâmesi arkasında’’ diye asla başından savmaz ve uzun uzun tarifini yapar. Pek çok rahatsızlıktan muzdarip olanlara şifa olacak ot ve baharatı verirken yine bunların nasıl hazırlanacağını, hangi zamanlarda ve ne kadar süre ile kullanılacağını anlatır. Müşterinin hakkının geçmemesi için malın ambalajlandığı kağıdın aynısını terazinin ağırlık kefesine dara olarak koyar ve tartılan malın da birkaç gram daha ağır çekmesine özen gösterir. Sâim Efendi’nin vefatından sonra attarlık erkânını oğulları Mustafa ve Ahmet Düzgünman devam ettirecektir.
‘’Aktar Hocalar’da her şeyin çok cüz’î bir kârla satılmasına rağmen, kul hakkına hürmet ve riâyet titizliğinin lûtfettiği bereket dolayısıyla bu dükkânda iki aile, yani cem’an 9 kişi, kimseye muhtaç olmadan geçinirlerdi.’’ (sayfa 28)
İrfan Meclisi Olarak Dükkânın Müdavimleri
Necmeddin Okyay’dan Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey’e, Niyazi Sayın’dan Abdülbâkî Gölpınarlı’ya kadar birçok sanatkâr ve ârif cumartesi günleri bu küçük dükkâna toplanıp sohbet etmişlerdir. Sandıkçı ve Çarşamba Dergâhı’nın, Özbekler ve Bandırma Tekkesi’nin son şeyhleri, Üsküdar İskele Camii baş imamı Nafiz Uncu ve yakın zamana gelindiğinde Uğur Derman da bu meclisin sadık ziyaretçileri olmuşlardır.
‘’7-8 kişi bu dükkâna zar zor sığıyordu; ama bu irfân meclislerindeki sohbet ve muhabbetin lezzeti herkesi uhrevi bir âleme ref’ettiğinden, kimse bu sıkışıklıktan müşteki olmuyordu.’’ (sayfa 26)
Ahmed Yüksel Özemre, Galata Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Ahmed Celâleddin Dede’den Eşref Ede’ye, Üsküdar’ın meşhur meczupları Mortucu Salih ve Takunyacı Kemâl’e kadar attar dükkânının müdavimi olan sırlı velilerin portrelerini de sunar. Bu anlamda, yalnızca bir attar dükkânını tasvirle iktifa etmez; dönemin kadim beldesinde iz bırakmış isimleri, dergâh ve tekkeleri de hatırlatır. Kuşkusuz bu hatıratın asıl güzelliği, Türkçenin güzel bir örneğini bize göstermesinden gelmektedir.
Ebru Sanatkârı Mustafa Düzgünman
Özemre, attar dükkânından bahsettikten sonra Mustafa Düzgünman’ın hayatını anlatmaya başlar: Eğitimine Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin Türk Tezyinî Sanatları Bölümünde devam ettiğini söyler. Burada Necmeddin Okyay’dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek hocasının ifadesiyle ‘’kendisini ebruculukta geçtiğini’’ ifade eder. Kuvvetli maneviyatından söz açar ve tasavvuf zevkini Hâfız Eşref Ede’den aldığını yazar.
Ahmed Yüksel Özemre Üsküdar Ah Üsküdar kitabında ebru sanatından bahsederken altı ebru üstadı arasında Düzgünman’ı da sayar ve onun modern Türk ebrusunu ihya ederek ebru sanatına bir dinamizm kazandıran Necmeddin Okyay’ın hayrülhalefi olduğunu belirtir. Düzgünman, hocasının ebru sanatına kazandırmış olduğu dinamizmi hayatının sonuna kadar muhafaza etmiş ve klasik üslubun dışına çıkmamıştır. Ebru sanatına dair düşüncelerini mutasavvıfâne bir üslupla dile getirdiği Ebrunâme’si de kitapta ayrıca takdim edilir.
Vedat Nedim Tör’ün 1967 yılında büyük bir sergi açması ve ebruların sergilenmesiyle şöhretinin sanat çevrelerini sardığını belirtir. Hatta bu sergide Düzgünman’ın taraklı bir ebrusunu hayranlıkla seyre dalan Özemre, çok etkilenerek yakaza halinde bir ebru âlemine daldığını yazmaktadır. Ahmed Yüksel Özemre, bu serginin Düzgünman’ın sanat hayatının çehresini değiştiren bir dönüm noktası olduğunu belirtir. Yeni doğan kız çocuklarına ‘’Ebru’’ ismini koyma modasının başladığını ifade eder.
Özemre, Mustafa Düzgünman’ın tespih merakını anlatırken yaşadığı bir anıyı da paylaşır: Sultan Abdülmecid’in Çuhadarbaşı Emin Ağa’ya hediye ettiği tespih, babasından Özemre’ye yadigâr kalır. Özemre, 130-140 senedir ailede bulunan tespihi, ‘’Bu ancak senin koleksiyonuna ve senin parmaklarına yakışır.’’ diyerek Düzgünman’a hediye eder. Düzgünman, bu aile yadigârı tespihi almak istemez fakat Özemre’nin samimi ısrarına dayanamayarak kabul eder. Aradan zaman geçtikten sonra Mustafa Düzgünman oğluna vasiyetinde, bu tespihin Özemre’nin yeğeni Abdullah Ahmed Refik’e teslim edilmesini ister ve tespih yeniden Özemre ailesine kavuşur.
Attar Dükkânının Son Demleri
Kitabın sonlarına gelindiğinde değişen Üsküdar ve attar dükkânının son demleri anlatılır. Mustafa Düzgünman’ın sağlık sorunları gittikçe artar ve dükkânla oğlu Ali ilgilenmeye başlar. Düzgünman’ın vefat ettiği 1990 yılından sonra Üsküdar’ın çehresi yavaş yavaş değişmeye başlar. Sanatkârların izlerinin silindiğini üzülerek yazan Özemre, “Üsküdar’da artık, renksiz bir avâmilik kol gezmekteydi.” der. Leblebici, şekerci, tuhafiyeci dükkânları birer birer kapanıp kuyumcu dükkânlarına dönüşmeye başlar. Attar dükkânının dört evin geçimini üstlenmesi sonucu çıkmaza girmesi, sahte baharatçıların o dönem televizyonlarında halkın dikkatini çekmesi dükkânını iyice yıpratır ve Düzgünman’ın oğlu 1991 yılında dükkânı birine kiralayarak attarlığa son verir. Ve 75 yıllık bu attar dükkânı, sohbet meclisi, irfan yuvası da kıymetli hatıraların arasına karışır.
Özemre, 2002 yılında kaleme aldığı Üsküdar Ah Üsküdar’da attar dükkânını ve Düzgünman ailesini bir kez daha hatırlatır. Üsküdar’ın kaybolan lezzetlerinden bahsederken şerbetlerin, leblebi helvalarının, şekerlemelerin, dondurmaların eski tadının kalmadığından yakınan Özemre, attar dükkânı 1991 yılında kapandıktan sonra meşhur köfte baharatının lezzetini bir daha bulamadığını yazmaktadır.