Tarih boyunca çiçekler, ressamlar tarafından en sevilen objelerden biri olmuştur. Çiçeklerin dolgun ve canlılığı sanatçılara ilham verdi ve hatta pek çoğu kariyerlerini natürmort botanik güzelliklere adadılar. On yedinci yüzyılda Hollandalı natürmort ressamlardan Japon ahşap baskılara kadar çiçek çizmenin tarihi uzun bir hikâye diyebiliriz. İşte sanat tarihindeki ünlü çiçek resimleri.
Gül, iris ya da şakayık; bir vazonun içinde ya da direkt doğadaki hâlleri çizilmiş olsun her sanatçı kendi özgü stilini çalışmalarına yansıtarak tasvir etmiştir. Aslında, sadece çiçeklerin, tablolardaki versiyonlarını inceleyerek herkes sanat tarihindeki ilerlemesini gözlemleyebilir. Hatta sanat tarihi özellikle ilgilendiğiniz bir alan olmasa bile hangi dönemden olursa olsun çiçek resimlerinin kalitesi inkâr edilemez olduğunu söyleyebilirsiniz. Çiçeklerin uyandırdığı neşe, umut ve hatta huysuzluk zamansızdır.
Bu ünlü çiçek resimleri, doğanın neler sunabileceğini ve en iyi ilhamların bazen gözünüzün önünde olduğunu hatırlatıyor. Her bir tablo hem sanat tarihinin hem de sanatçıların yaşamları hakkında ipuçları veriyor. Beş yüz yıl önce resmedilen hatırlara kazanır birkaç tabloya birlikte bakalım. Belki size de ilham olur!
Ambrosius Bosschaert – Çiçeklerle Natürmort (1617)
İster inanın ister inanmayın natürmort resimler, bir zamanlar sanat olarak pek düşünülmezdi çünkü elit kesim, sanat söz konusu olduğunda daha dinî ve tarihî tablolardan hoşlanıyordu. Bu durum, 16-17. yüzyıllarda Hollandalı ressamın ortaya çıkışıyla değişmeye başladı. Gerçeğinin boyutunda natürmort tablolar yapıldığından dolayı –ki bunlar genelde çiçekleri konu alırdı- Anvers özellikle önemli bir şehirdi. Ambrosius Bosschaert Hollandalı bir natürmort sanatçısıydı. Neredeyse gerçeğine tıpatıp çizdiği çiçek demetlerine olan tutkusuyla bilinirdi. Bu öyle bir tutuydu ki üç oğlu da çiçek sanatçısı oldular. Bosschaert’ın çiçekleri simetrik olarak açılmış gibi gözükürdü ve kendisi çiçek demetleri resmetmeye odaklanmış ilk ressamlardan biriydi. Haliyle çalışmaları sanat tarihinde idame edilecek bir trend ortaya çıkardı.
Rachel Ruysch – Çekirge ve Cam Vazoda Çiçekler (1700)
Rachel Ruysch’un ayırt edici tek özelliği Hollanda Altın Çağı’nın en bilinen kadın sanatçısı olması değildi. Aynı zamanda çiçek ressamlığını bir üst kademeye çıkartmıştı. Kendi stilini ortaya koydu ve nebat tablolar yapmakla geçen altmış yıllık kariyerinden oldukça haz duymuştu. Geleneği bozup çiçek tablolarında asimetrik kompozisyonlar oluşturdu. Bu da sanat eserinin daha dinamik gözükmesini sağladı. Aynı zamanda her çiçek yaprağı büyük bir titizlikle detaylandırılmış ve Ruysch’un bu zengin renkleri bir araya getirme ustalığı onun, dönemin diğer tüm sanatçıları arasında kendini göstermesi ve başı dik durmasını sağlamıştır.
John Constable – Cam Vazoda Çiçekler (1814)
Romantizm dönemi sanatçısı İngiliz John Constable, manzara resimleriyle ünlüdür. Bu manzaralar genellikle evinin yakınlarındaki alandan sahneler olurdu. Constable, sanatını devam ettirirken çiçek tabloları epeyce kök salmıştı. Ondan önce ve sonra gelen sanatçılar gibi Constable da birçok türde çalışmalar yapmıştır. Natürmort resimler de buna dahildi. Cam Vazodaki Çiçekler adlı tablosu kalın mukavva üzerine yapılmış yağlı boya çalışmasıdır. Constable’ın kızı, stüdyosundaki eşyaları müzeye hediye ettiğinden beri tablo Victoria & Albert Müzesi’nde bulunuyor. Karanlık ve yumuşak tonlar, çiçeklerdeki patlayan sarı ve kırmızıyı dengeliyor. Böylece Constable, aydınlık ve karanlık karşıtlıkla bir dram oluşturuyor.
Hiroshige – Hibiscus (1845)
Çiçekli düzenlemelerde kullanılsın ya da ahşap baskılarda, çiçeklerin Japon kültüründe tarihi bir değeri vardır. Ukiyo-e ustası Hiroshige’nin Japon gülü tasviri sayfadan göze fırlayan turuncu rengiyle bir başarıydı. Japonca’ya çiçeklerin diline hanakotoba denirdi ve Japon çiçeği “narin” anlamına geliyordu. Japon gülü aynı zamanda bir geleneğe de hizmet ediyordu. Ziyaretçileri selamlamak için onlara takdim edilirdi. 1845 yılında yaptığı bu Japon gülü, Hiroshige’nin birçok ahşap baskıda da aynı renkte yapılmıştı. Pek çok zaman kuşlar Japon gülüyle haşır neşir olur diğer tablolarında da kompozisyonu tıpkı buradaki örnekteki gibi tamamen Japon gülünden oluştururdu.
Edouard Manet – Bir Buket Çiçek (1882)
İzlenimci ressam Edouard Manet, çiçeklerin hayranıydı ve onları sıkça resmederdi. Geleneği bozup sadece vazoda çiçekler resmetmek yerine, Manet masaya dağılmış çiçekler de resmetti. Resmettiği çiçeklere çekici ve fani his veren özgür ve canlı fırça darbeleri onu Realizm ve Empresyonizm akımlarının arasında odak noktası yapmıştı. Çiçek resmetmek Manet için o kadar önemliydi ki ömrünün son altı ayında sadece natürmort çiçek resimleri yaptı. Christie’s’in söylediğine göre Manet sık sık yaptığı resimleri arkadaşlarına küçük bir hediye olarak verirmiş.
Henri Fantin-Latour – Güller ve Zambaklar (1888)
Çiçek resmetme alanında uzmanlaşan Fransız ressam Henri Fantin-Latour, Empresyonizm hızla büyürken sanatına muhafazakâr bir yaklaşım sergilemişti. Realist tabloları, Louvre’daki resimleri kopyalayarak zanaatını geliştirirken, büyük sanat ustalarına olan bağlılığını gösteriyor. Güller ve Zambaklar tablosunda zambakların uzun saplarını kullanması ve güllerden daha yukarıda durması masanın üzerinde duran pembe güllerle bir denge oluşturuyor. Ahşap masanın koyu kahverengisine zıt olan yumuşak pembe tonları sayesinde resimde bir romantizm oluşturarak renklerle gösteriş yapıyor.
Vincent Van Gogh – Süsenler (1890)
Söz konusu van Gogh olunca Ayçiçekleri serisi dahil olmak üzere seçilebilecek pek çok çiçek tablosu var. Öte yandan sanatçının değişik renk kullanımını gösteren Süsenler tablosu oldukça seviliyor. Saint-Rémy psikiyatri kliniğinde kalırken yaptığı bu natürmort tablo zıt ve keskin renklerden oluşan bir şaheser. Yukarıdaki tablo, iki tane aynı türdeki çizimden biridir. Diğeri şu an Metropolitan Sanat Müzesi’nde yer alıyor; İkinci versiyonunda tablonun arka planı solmuş pembe renkti. Böyle olmasının amacı “yumuşak ve ahenkli” bir tablo oluşturmaktı. Buna karşın yukarıdaki versiyonu için başka fikirleri vardı ve bu fikirleri bir mektupta kardeşi Theo’ya anlatmıştı.
“Diğer kızıldan saf Prusya mavisine kadar değişen lila rengi salkım, limon sarısı bir arka planla daha göze çarpar. Vazo için daha dingin sarı tonu kullanılabilir. Böylece, son derece farklı tamamlayıcıların etkisi olacak ve yan yana geldiklerinde birbirlerinden güçlenecektir.”
Pierre-Auguste Renoir – Güllerden bir Demet (1890 – 1900)
Empresyonist usta Renoir’ın Güllerden bir Demet yağlı boyası kırmızı ve pembenin çeşitli canlı tonlarında işlenilmiş dolgun gül goncalarıyla tablonun çerçevelerini dolduruyor. Kariyerin ilerleyen vakitlerinde çiçek resmetmeye başlayan bir başka ressam olan Renoir, sık sık gül resimleri yaptı. En çok da kırmızı gül resimleri yapardı. Hayatının bu kısmında sanatında daha özgürdü. Minik ayrıntılara takılmak yerine basitçe nesnelerin hissini uyandırmak istiyordu. Bu durum, tuvalden yayılan enerji oluşmasına ve tuvale dokunarak hissedilebilen çiçekler resmetmesine yol açtı.
Gustav Klimt – Çiçek Bahçesi (1905)
Litzburg’deki manzaradan büyülenen Gustav Klimt’in çiçek tarlası tasvirleri kendi altın çağının güçlü örnekleridir. Çiçek Bahçesi ya da Bauerngarten, Klimt’in en iyi manzara tasviri olarak görülüyor çerçevesinden pek çok farklı çiçekler yuvarlanıp düşüyor. Sanat eseri 2017 yılında bir müzayedede 59.3 milyon dolara satılmıştı. Bu tablo gerçekçiliğe güvenmeden bir bahçenin gösterişsiz cazibesini övüyor. Sotheby’nin müzayede kataloğu tablonun muhteşem kalitesini şu şekilde özetliyor. “Bu olağanüstü manzara, doğal dünyaya dayanan fakat aynı zamanda sembolik, dekoratif avangartlara doğru uzanıyor. Bu, esere son derece hareketli kalitesini oluşturan, doğal güzelliğin ve uyumlu düzenliliğin bir sentezidir.”
Claude Monet – Nilüferler (1908)
Claude Monet’in Nilüferler’ini dahil etmeden bu liste eksik olurdu. Bu ikonik seriyle birlikte Empresyonist dâhi dışarıyı resmetmenin ustalık dersini veriyor. Giverny’deki şahsi bahçesinin kendine en çok ilham veren yer olduğunu belirterek Monet bu seriye epey sadıktı. Monet bu seri için hayatının son otuz senesinde 205’ten fazla tablo yaptı. Bu seride gevşek fırça darbeleriyle kompozisyonlarını sık sık soyutlama sınırına getirdi. En önemlisi ise hiçbir zaman nilüferleri onları zengin renklerle işlemek ve güzelliğini farklı ışık türlerinde göstererek hayata narin nilüferlerin ruhunu hayata geçirme konusundaki odağını asla kaybetmedi.
Piet Mondrian – Nergis Zambağı (1910)
Piet Mondrian Hollandalı olarak çiçek sanatı geleneğinden geliyordu. Lakin, natürmort sanatına kendi çağdaş dokunuşlarını eklemekten çekinmedi. Bu eski natürmort, Nergis Zambağı, Mondrian’ın geometriye dayanan en tanınmış soyut resimlerinden çok daha önce gelir. Fovizm stiliyle resmedilen bu tabloda kompozisyonu, çiçekleri temel şekillerine indirgeyen cesur renk bloklarına böldüğünü görüyoruz. Suluboyayla boyanmış bu resim Empresyonizmden uzaklaşırken, ressamlık nitelikleri ve renk arasında harika bir denge oluşturuyor.
Odilon Redon – Çiçeklerle Dolu Beyaz Vazo (1916)
Sembolist ressam Odilon Redon’un pastel renklerle işlediği bu canlı çiçekli natürmort, geleceğe bir bakış. Hollanda’nın erken dönemlerinde çok belirgin olan kesin tablo ve arka plan ayarı geride kaldı. Bunun yerine Radon pastel renk geçişleriyle bir alan oluşturdu. Çiçek resimleri, hassas ve ayrıntılı işlemelerden tüm resmi dinamik hale getiren daha soyut yapraklara doğru ilerliyor. İlginç bir şekilde Radon altmışından önce çiçek ressamlığına başlamamıştı ve başladıktan sonra zamanının çoğunu bu tablolara adadı. Çiçek resimleri yapmak Radon için çok ciddi bir işti ve bundan son derece zevk alıyordu. “Boyadığım iyi şeylerden biri olarak aklımda bu çiçeklerle dolu vazo bulunuyor ki bu tablo bende bir vizyon olarak kaldı ve vazolarda havayı soluyan basit çiçekleri takdir etmekten daha fazla zevk veren hiçbir şey bilmiyorum.” demişti.