Mehmet Sinan Kuran, 15 Mayıs 1964 yılında dünyaya gelmiş Türk çağdaş sanatçılarımızdandır. Çizimlerinde, kendine özgü dünyasını baş döndürücü detaylarla zenginleştiren sanatçı böylelikle hem minyatür geleneği gibi tasvir biçimine yakın durmayı hem de popüler imgelerle içinde yaşadığımız zaman dilimini gözler önüne sermeyi başarmıştır.
Sanatçının görsel hafızasını yansıttığı günlüklere bakmak bile farklı katmanlarda sosyal ve beraberinde bireysel deneyimlerini görmemizi sağlayan bir araç olur. Kuran, sanat kariyerine 45 yaşından sonra günlüklerine çizimler yaparak başlamış. Günlükler, sanatçının kurduğu renkli kaleidoskopik dünyası içinde, kendi gerçeğini nasıl biçimlendirdiğini izleyiciye iletir.
Bir röportajında, “Çocukluğumda kafamda hayali karakterler yaratıp, onlarla oynardım. Unutmamak için de onları kayda almaya başladım. Sanırım her şey böyle başladı. Günlük tutmaya başladım ama yazarak değil, resmederek. Yazıyla resmetmek nasıl mümkünse, resimle yazı yazmak da mümkün. Ertesi gün alacağım hapı da, 3 ay önceki bir seyahatimden hatırımda kalan bir kareyi da resme döküyorum. Kendimi bildim bileli de bunu yapıyorum.” diye bahsetmişti günlüklerinden.
Sanatçının çalışmaları, Türkiye’nin birçok saygın resim koleksiyonunda yer almaktadır. İlk kişisel sergisi “Kara Kutu”, 2013 yılında Çağla Cabaoğlu Gallery’de izleyicilerle buluştu. İkinci kişisel sergisi “Hiphorsis”e de ertesi yıl yine Çağdaş Türk Sanatında özgün bir çizgi geliştirme ilkesini benimseyen Çağla Cabaoğlu Gallery’si ev sahipliğini yaptı.
The Magger’a verdiği röportajında serginin adına neden Hiphorsis verdiği sorusuna:
“O, benim yarattığım bir deniz canlısı. Biraz denizanası, biraz ahtapot, karma bir yaratık. Mutlu oldukça da ilerliyor. Uyduruk bir isim olması bana da, yaptığım resme de çok uygun. Ayrıca bir yalanı çok tekrarlarsanız bir müddet sonra gerçek gibi geliyor. Bir arkadaşımla iddialaşmadan çıkmıştı Hiphorsis. O günden beri varlığını ispat etmeye çalışıyorum. Artık alıştım. Sergi de bunu sağlamlaştırdı.” cevabını vermişti.
Değerli sanatçımız kendini her zaman âşık, kendisiyle barışık ve mutlu olarak tanımlıyor. Ortaya çıkardığı eserlerden de bunu anlamak mümkün. Kendi kendini yetiştirmiş bir ressam olan Kuran sanat kariyerine dergiler çizerek başlamış. Mehmet Sinan Kuran’ın orijinal minyatür çizimleri “karmaşık ancak canlandırıcı” resimler olarak tanımlandı.
“Kafamdaki her düşünceyi çiziyorum.”
Sonunda kolektif bilincinin parçalarını toplayana kadar sanatını icra etti ve gerçek tarzını oluşturarak eserlerine aktardı. Sanatçının Hieronymus Bosch geleneği tarafından beslenen yeteneği, renkler aracılığıyla konuşuyor ve iç dünyasının vizyonel çılgınlığını gösteriyor. Kuran’ın eserleri özel müzelerde ve koleksiyonlarda sergilenmeye devam etmektedir. İşte tam da bu sırada güncel bir sergisinden söz etmek isteriz.
“Posthumous“, 9 Haziran’da kapılarını ziyaretçilere açmıştır ve 29 Ağustos’a kadar da Anna Laudel adlı galeride sergilenmeye devam edecektir. Sanatçının farklı düşünmek ve bu bağlamın getirdiği farklı davranma fikrinden yola çıkarak tasarladığı Posthumous ismini verdiği sergisi, “birliktelik” kavramı çevresinde şekilleniyor. Latince kökenli kelime “öldükten sonra gerçekleşen” anlamına gelmektedir ve Kuran’ın gayesi, ziyaretçilerine, hâlâ hayattayken birlikte olmayı, eskisinden daha duyarlı olmayı ve yeni şeyler öğrenilmesi gerektiğini hatırlatmaktır.
Üç Evreden Geçerek Posthumous’a Ulaşmak
Galerinin üç katında yer alan Posthumous, üç evreden oluşmaktadır; Deve, Aslan, Çocuk. Masum çocukların alanı olan üçüncü evreden dünyaya seslenen Kuran, iyi ve kötü ayrımı olmadan, sadece olumlu veya olumsuz olana odaklanmadan birlikte olabilmenin öneminin altını çiziyor.
Birinci Evre: Deve
Birinci evrede insanın sırtında olan korku, yalnızlık, ölüm, bilgi ve deneyim gibi varoluşsal yükler görünür kılınıyor. Topluma ait olmak için sırtlandığımız yüklerin hissedildiği bu evrede sisteme olan itaatin altı çiziliyor.
İkinci Evre: Aslan
Bu evrede, mevcut değerleri ve engelleri yıkmadan özgürlüğün sağlanamayacağı işleniyor. Bu noktada içten gelen bilginin ve dürtünün, başkalarına aktarılmasının önemi vurgulanıyor.
Üçüncü Evre: Çocuk
Son ve üçüncü evrede ise henüz bir tecrübesi olmayan, zaferle ve sistemelerle ilgilenmeyen masum çocukların oyun alanı görünüyor.
Yeni ve yakın dönem işlerinin yer aldığı bu sergiyle sanatçı, hayattayken aşina olmadığımız renkleri görmeye, duyamadığımız sesleri duymaya ve duyularımızı fark etmeye davet ediyor bizleri. Resim, heykel, kurulum sanatı, tekstil, neon, ahşap ve seramik gibi farklı disiplinlerden işlerin ve aynı zamanda ziyaretçilerin katılımıyla renklendirilecek, dönüştürülecek ve ölümsüzleştirilecek bir duvar resminin yer aldığı “Posthumous” sergisi, sanatseverleri içsel bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyor. İstanbul’da olan herkesin sergi süresi bitmeden görmesini tavsiye ederiz.