Mitolojideki sevda öyküleri arasında özel bir yeri olan Orpheus ile Eurydike’nin öyküsü Trakya’nın kırsal bölgelerinde geçmektedir. Trakya kralı Oeagros’un oğlu olan Orpheus kendi halinde barışçıl bir ozan ve müzik dostuydu. Bu yeteneklerini Zeus’un kızlarından, sanatsal güzellikleri temsil eden dokuz Mousa’dan biri olan annesi Kalliope’den almıştı.¹
Romalı ozan Ovidius Dönüşümler başlıklı, çok katmanlı şiirinin 10. Kitabı’nın başında yer verdiği Orpheus ile Eurydike’nin öyküsüne düğün tanrısı Hymenaios’un, Orpheus’un çağrısı üzerine Trakya’ya gelmesiyle başlıyor.
“Orpheus’un çağrısını duyan Hymenaeus safran sarısı giysisini kuşanmış, gökyüzünün engin katmanlarını aşarak Kikon (Trakya) kıyılarına doğru yöneldi, ama boşuna. Orpheus’un düğününe yetişti yetişmesine de, ne bildik söylemleri dile getirdi, ne de düğün sevincine özgü bir tavır takınıp iyi talih dileklerini sundu. Elindeki meşale de tıslamalı sesler çıkararak gözleri yaşartan tütsüler salıyor, sallamakla bile parlamıyordu alevleri. Başa gelen, uğursuz öngörüden daha kötüydü çünkü yeni gelin bir Naiad grubu (tatlısu perileri) eşliğinde çayırlıkta gezerken topuğunu sokan bir yılan yüzünden oracıkta can vermişti.”
Ovidius’un Rodoplu ozan diye söz ettiği Orpheus eşi Eurydike’nin ardından yeri göğü tutan iniltili ağlamalarla gönlünce yas tuttuktan sonra Ölüler Diyarı’ndakilerin yardımından medet umarak oranın efendisi Hades ile kraliçesi Persephone’nin karşısına çıktı. Lirinin tellerine dokunarak bir ezgi ile dillendirdi dileğini; dokunaklı bir konuşma yaptı:
“Bu karanlık diyarı görmek ya da bekçi köpeği Kerberos’un üç kafalı boynunu zincirlemek için gelmedim buraya. Yolculuğumun nedeni hayat arkadaşımdır. Üzerine bastığı bir yılanın zehri gençlik yıllarından yoksun bıraktı onu. Ölümünün acısına katlanabilmeyi istedim, uğraştım, fakat Amor bana üstün geldi. Bu Tanrı yeryüzünde çok iyi tanınır. Burada da bilinir mi emin değilim, ama herkesin bildiği o kaçırma söylencesi doğruysa (Hades yeryüzüne çıkıp Persephone’yi kaçırmış, kraliçesi yapmıştı) onun burada da var olduğunu ve sizleri birleştirenin de Amor olduğunu düşünüyorum. Bu ürkünç yerlerin, engin kaosun ve bu diyarın sessizliği adına size yalvarıyorum: Eurydike’nin erken kopan yaşam ipliğine düğüm atın. Biz ölümlüler size aitiz; yeryüzünde biraz oyalansak da er geç tek bir yere yöneliriz; burası bizim son meskenimizdir ve sizler insan soyunun en uzun süreli egemenliğini elinizde tutuyorsunuz. Eurydike de, yaşı ilerleyip ömrünün yıllarını doldurduğunda sizin yasanıza tabi olacaktır. Onu bağışlayın bana; kayranız olsun. Fakat yazgı tanrıçaları eşimle ilgili bu dileğimi kabul etmezlerse kararım geri dönmemektir; böylece sizler diyarınıza bir ölü daha geldi diye sevinirsiniz.”
O böyle konuşurken Ölüler Diyarı’ndaki kansız cansız ruhlar ağlaşıyordu. Orada cezalarını çekmekte olanlar oldukları yerde kalakaldılar. Hades ve eşi Orpheus’un dileğini geri çevirmedi; gönülleri elvermedi buna. Eurydike’yi çağırdılar. O yeni gelen gölgeler arasındaydı; ayağındaki yaradan dolayı aksayarak yürüyordu.
Orpheus eşini karşılayıp elini tutarken aynı anda Hades’in bir koşulunu da kabul etmiş oluyordu: Yeryüzüne çıkış kapısı olan Avernus Vadisi’nden çıkana dek dönüp arkasına bakmayacaktı, yoksa Hades’le eşinin kayrası geçersiz kalırdı. Ozan çiftin çıkışını şöyle anlatıyor:
“Çıt çıkmayan bir sessizlik ve zifiri karanlık içinde dik bir patikadan tırmanışa geçtiler. Yeryüzünün açıklığına ulaşmaya az kalmıştı ki âşık koca eşini gözden yitirme korkusuyla onu görmek için arkasına baktı. Talihsiz kadın o anda geriye doğru süzüldü. Eşini kavramak ve onun tarafından kavranmak çabasıyla uzattığı kolları boşta kaldı. Böyle, ikinci kez ölürken eşine karşı bir yakınma yoktu içinde. (Sevilmekten başka neden yakınabilirdi ki?) Ağzından çıkan son söz eşinin kulaklarına zor ulaşan bir ‘Elveda’ oldu. Geriye, aynı yere döndü.” Ressam Watts’ın tablosu bu sahneyi betimliyor.
Eşinin çifte ölümü karşısında donakalan Orpheus o anda tanrıların verdiği ceza sonucu taş kesilen suçlulara benziyordu. Ölüler Diyarı’na tekrar inmek istedi, ama bu kez başarılı olamadı. Güneş tanrı Balık Burcu’na üçüncü kez geldiği yılı sonlandırdığında Orpheus başına gelen talihsizlikten ya da ettiği bağlılık yemininden dolayı hâlâ dişil sevgiden uzak duruyordu. Yine de onunla birlikte olmak isteyen, fakat o ilgisiz kalınca kedere kapılan birçok tutkun kadın vardı çevresinde.
Ovidius’un Orpheus’u kederli yalnızlığıyla baş başa bıraktığı öykünün devamını 11. kitabın başında buluyoruz, ama acınası bir son bekliyor onu. Orpheus Dionysos şenlikleri sırasında Mainad’ların hedefi oluyor. Dionysos’un Roma’daki adı Bakkhus’den dolayı Bakkha’lar da denilen bu kadın grubu Dionysos’un onuruna verdikleri törensel şölenlerde doğanın insanı çoşturup esrikleştiren niteliklerini taşkın hareketlerle, kendilerinden geçercesine dans ederek yaşayan yabanıl karakterli, baştan çıkarıcı kadınlardan oluşuyordu. “İşte bizi hor gören, yüzümüze bakmayan adam” diye haykırarak mızrak ve taşlarla zavallı gence saldırdılar, cansız bedenini parçaladılar. Orpheus’un Hebros (Meriç) Nehri’nden Lesbos (Limni) Adası’nın kıyılarına sürüklenen başına ve lirine tanrı Apollon sahip çıktı. Bedeninin çevreye saçılan parçalarını teyzeleri Mousa’lar toplayıp gömerken Orpheus son kez iniyordu Ölüler Diyarı’na. Orada hiçbir koşula bağlı kalmaksızın sevgili eşinin yüzüne doya doya bakabilirdi artık.
Batı dillerinden dilimize giren Müzik (Yun. Mousike) ve Müze (Yun. Musaeion- Mousa’ların mekânı anlamında) sözcükleri onların anısını taşıyor. Annelerinin ismi Mnemosyne ‘Mnemonic’ (belleği güçlendiren) sözcüğüne kök vermiş. ‘Amnesia’ (bellek yitimi) de ondan kök almış (‘A’ öneki ‘anormal’ sözcüğündeki gibi zıtlık imidir). Antik yazarlar destanlarına esin versinler diye “Anlat bize ey Mousa” diyerek söze başlarlar.
Dilimizde yayımlanan yazı ve kitaplarda Mousa sözcüğüne ‘Musa’ veya ‘Müz’ olarak yer verildiği de görülmektedir.
Mousa’ların isimleri ve temsil ettikleri kültür değerleri:
Kalliope : Epik şiir, şiirsel esin ve zarafet.
Klio: Tarih, kahramanca başarılar.
Euterpe: Müzik, lirik şiir, flütçülerin esin kaynağı, neşe.
Thalia: Komedi, şenlik, kırsal yaşamın keyfi.
Melpomene: Trajedi.
Terpsicore: Dans, koro şarkıları.
Erato (Eros’dan kök alıyor) : Erotik şiirler, mim.
Polyhymnia: Tanrılara övgü şiirleri, ilahiler.
Urania: Astronomi, göksel fenomen.
Mitolojinin dokuz Mousai’sine Platon bir Mousa daha eklemiş: Şiirlerini çok beğendiği Lesbos’lu Sappho’yu onuncu Mousa olmaya layık görmüş.
¹Antik Yunan’ın kişiselleştirilmiş esin perileri, çoğul haliyle ‘Mousai’, Zeus ile dişi titanlardan Mnemosyne’nin (bellek anlamına geliyor) dokuz kızıdır. Belleğin kızları olan, bilgi ve sanatları benliklerinde kişileştiren, her biri zamanın önde gelen sanat dallarının birinin patronluğunu üstlenen bu zarif tanrısal varlıklar yaratıcı gücün temsilcileri olarak bellek ürünlerini tanrıların tekelinden çıkarıp insanlarla paylaştırmanın simgeleri olmuşlar; antik çağdan Rönesans ve klasik çağa kadar sanatçılara esin kaynağı olmayı sürdürmüşler. Kutsal Parnassos dağında Apollon lir çalarken çevresinde toplanmaktan, onunla birlikte dans etmekten hoşlanırlarmış.