Dehşet, huşu, sonsuzluk ve ufacık olma hisleri, doğadaki yüce bir tecrübenin girdabına kapılarak yön değiştirdi ve yüzyıllar boyunca, Donatello’dan Bill Viola’ya kadar sanatçılar bu deneyimi resimlerinde, heykellerinde ve video gösterimlerinde yeniden yaratmaya çalıştılar. 1. yüzyılın başlarında kuram haline getirilmiş Yücelik; yazarları, filozofları ve sanatçıları cezbetti. Yücelik, çeşitli tanımları ve yorumlarıyla, temelinde insanların dünyayla, doğayla olan ilişkilerinde kök salmış bir duygudur ve bunun ötesinde yatan şey kendimizi anlamamız yolunda bize yardım etmesidir.
Bütün etmenler güçlü bir şekilde tecelli ettiğinde doğadaki büyük olanın ve Yüceliğin neden olduğu tutku Şaşkınlıktır; bu şaşkınlık ise tüm hareketlerin bir dereceye kadar dehşetle askıya alındığı “hâletiruhiye”dir. -Edmund Burke
Yücelik ilişkiseldir. Kendimizi kendimizden daha büyük bir şeyle ilişki içinde hissederiz. Yücelikle ilgilenen sanatçılar izleyicilerin duygularıyla ilişki kurup onları eserin içine alacak bir sanat icra etmek istediler. İnsanların bunu deneyimleyebilmesi için ortamı saracak renkten perspektife kadar çok büyük (Myriad methodu*) ve orta boyutlar kullanıyorlar. Sanatçılar, yalnızca doğa ile ilişkimiz hakkında yorum yapmak için değil, aynı zamanda teknolojinin hızla değişen adımlarının yanı sıra rahatsız edici çağdaş savaş ve şiddet olaylarına yorum getirmek için de Yüceliği kullanırlar.
Yüce olanın modern çağrışımları, 17. ve 18. yüzyıl felsefe yazılarında kök saldı. İnsan duygularını ve tutkularını anlamak için yazarlar, söz konusu duyguların kaynaklarını sistematik olarak sorgulamaya çalıştılar. Bunu en etkili şekilde yapmaya yaklaşan Emmanuel Kant, Yüceliği, insanların korkunç enginliği anlama konusundaki yetersizliklerinde ve bu yüzden kendi küçüklüğümüzü ve sınırlılıklarımızı kabul ettiğimiz yerde olduğunu tespit etti.
Yücelik, çoğu zaman bizim ötemizde olanı anlayamadığımız bir duyguyu uyandırır ve bu nedenle uzun süredir din, maneviyat ve aşkınlıkla hatta İslamiyette kıyam bi-nefsihi ile ilişkilendirilmiştir. Seküler bağlamlarda bile Yücelik, hayranlık uyandıran bir şey çağrıştırır ve bize insanların illaki dünyanın merkezinde olmadığını hatırlatır.
20. yüzyılda, Yücelik ile ilgilenen sanatçılar, sıra dışı ve karşı konulmaz olanı bulmak için sık sık makinelere, teknolojiye ve fabrikalara yöneldi. Günümüzde insan teknolojisi hayal gücünü yakalıyor. Hayatımızın çoğunu kumanda ediyor. Başlarda teknolojinin dünyamızı zenginleştirmesine duyduğumuz heyecanlı kucaklama şimdi çoğu durumda “teknolojik yücelik” korkusuna dönüşmüştür.
Yücelik görünüşün siyasallaşması ve metalaştırılması, son dönemdeki bilim dünyasının Yüceliğe ve onun kapitalizmle ilişkisine; doğa ve teknoloji deneyimlerinin tüketicilere nasıl pazarlandığına daha yakından bakmasına yol açtı. İster eko-turizm ister müzede bir sergi gösterisi olsun, insanlar giderek artan Yüceliği tatmak için para ödüyorlar ve bazıları, deneyimin sermaye tarafından kirletilmesinin Yüceliğin orijinal fikirlerini altüst ettiğini iddia ediyor.
Önemli Sanatçılar ve Sanat Eserleri
- Théodore Géricault, Medusa’nın Salı, 1818-19
Birçok kişi bu kanlı ve tüyler ürpertici sahneyi Géricault’un başyapıtı olarak görüyor ve modern sanatın yönünü değiştirdiğine inanıyor. Neredeyse 7.01×4.88 metre olan devasa tablo, kiyafetsiz bir kaptan tarafından batırılan, zarar görmüş bir Fransız donanma firkateyninden ayrılmış bir cankurtaran salının hayatta kalan ve salın etrafındaki daha şanssız kimseleri tasvir ediyor. Ölü ya da ölmekte olan figürler, çalkantılı Batı Afrika denizinde etrafa savrulurken korkunç bir sahneyi oluşturuyorlar. Sal 13. günden sonra kurtarıldığında, sadece on beş kişi hayatta kalmıştı. Yolculuk sırasında beş kişi daha ölmüş ve olay Fransa’nın sömürge isteklerini çevreleyen çağdaş bir skandala neden oldu.
Tarih ressamları daha önce hiç güncel bir olayı tasvir etmedikleri için tablo halkı şok etti ve dehşet verici sahne onları daha da öfkelendirdi. Géricault, olayın dehşetini gerçekçi bir şekilde tasvir etmek için büyük çaba sarf etmişti. Ölülerin ten rengini incelemek için morgları ziyaret etmiş, hatta vücut parçalarını model olarak eve götürmüştü. Salın köşelerini ve cılız direği içeren piramidal yapı, korkunç sahnenin dramına daha da katkıda bulunmaktadır. Ayrıca görkemli gökyüzüne dram eklemek ve kavrulmuş vücutların ölümcül solgunluğunu vurgulamak için ışık ve gölge sanatını kullanmıştır. Sanatçı, salın kenarlarının ve figürlerin uzuvlarının çerçevenin ötesine geçmesine izin vererek adeta seyirciyi tehlikeli zeminin davetiyesini çıkarırcasına korkunç sahnenin derinliklerine çekiyor.
Korku ve ölüm kavramı, Yüceliğin keşfedilmesinde anahtar bir örgedir. Edmund Burke bu konu üzerine şöyle yazdı:
“Acı ve tehlike fikirlerini harekete geçiren tetiklenme, herhangi bir şekilde korkunç olanın kaynağı Yüceliktir; yani, zihnin hissettiği en güçlü duygunun yaratıcılığıdır.
Géricault’un dehşet duygusuna olan hayranlığı, Francisco Goya’nın on yıl önce ürettiği Savaşın Felaketleri (1810-1820) adlı sanat serisinde de görülebilir. Joseph Beuys, Anselm Keifer, Doris Salcedo ve Damien Hirst gibi sanatçılar travmatik olaylara ve ölüme tepki olarak Yüceliği keşfederken sanatçı, bugüne kadar marazi bir hayranlığı çoğaltmaya çalıştı.
- J.M.W Turner, Köle Gemisi, 1840
J.M.W Turner, deniz manzaralarında ve doğa resimlerinde süreksizlik, ölüm ve şiddet kavramlarını inceledi. Bu dinamik ve etkileyici çalışmada Turner, azgın suları tasvir etmek için ateşli kırmızılar ve sarılardan oluşan bir palet kullanıyor. Tuvalin alt yarısı, içinde hayvanların ve kölelerin yutulduğu çalkantılı bir denizi tasvir ediyor. Alev gibi dalgalar, cılız, savunmasız bir gemi devrilmeye yüz tutmuşken kıpkırmızı gökyüzüne yükselmekte. Ufuk, boğulmanın yaşadığı korku ve kaosu vurgulayarak eksen üzerinde dönüyor gibi görünüyor. Burada, bir dizi yüce kavram işin içindedir: Tuvalin ortasındaki tanrısal ama umursamaz güneş; boğulma ve ölümün gözdağını verir ve doğa, her şeye gücü yeten, ürkütücü bir güç olarak sunulur.
Çalışma, kaptanı hasta ve ölmekte olan köleleri denize atan köle gemisinin gerçek hikayesi üzerine bir şiire dayanıyordu, böylece denizde kaybedilen hayatlar için sigorta talep edebiliyordu. Turner, insan ve temel şiddetten büyülenmişti ve deniz, yüce olanı keşfetmek için güçlü bir yer sağladı. Yazar Alison Smith, “Turner’ın çalışmalarının, izleyicinin algısını hem yükselttiği hem de ilham verdiği görüldü.” dedi. Turner, izleyiciyi rahatsız etmek için yetenekli fırça darbelerini ve renklerin etkilerini kullandı. Eleştirmen John Ruskin, “Tek bir eserde Turner’ın ölümsüzlüğünü istinat etmeye indirgenmiş olsaydım, bunu seçerdim.” demiştir.
- Thomas Moran, Colorado Kanyonu, 1873-4
Bu parlak ve dramatik çalışmada, tuvalin ortası, içine gökyüzü ve bulutların emildiği muazzam bir körfeze açılıyor. Büyük Kanyon’un kırmızı dokusu, tuvalin solunda yükselen boşluğu çevreliyor. Sahnenin gücü koyu kırmızılar ve siyahlarla vurgulanırken, yumuşak maviler, turuncular ve sarılarla gösterilen uzak ufuk, muazzam manzaranın erişimini genişletiyor. Karanlık yağmur bulutları toprağa dökülürken su buharlı sis içinde topraktan yukarı yükselir. Eser, ihtişamı ve gücü kutlamasıyla neredeyse İncil’den bir kesit gibidir. Bir gökkuşağının süslemesi resmi tamamlar ve Hz. Nuh’un büyük tufanına atıfta bulunur.
- Damien Hirst, Zihnen Hâlâ Yaşayan Birinin Fiziken İmkânsız Ölümü, 1991
%5 mavi formaldehit çözeltisinde asılı 4.27 metre uzunluğunda ölü bir kaplan köpekbalığı içeren bu devasa tank, 1991’de ilk kez ortaya çıktığında halkı şok ve aynı zamanda huzursuz etti. Çalışma Hirst’ün kariyerini başlattı ve bu konu üzerine şöyle demişti:
Kırılganlığının sandıklandığı ve kendine has alanında var olan bir heykel yapmak istedim.
Köpekbalığı uzun zamandır Yücelik sembolünü sürdürmektedir; şiddet ve ölümle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı, okyanusu anımsatan ve büyük uçurumda boğulan zarif, güçlü bir yaratık. Hirst, köpekbalığının tanımını herkese korku aşılayabilen “evrensel tetik” olarak sanatında ortaya koydu.
- Anish Kapoor, Gerileme, 2014
Fransa’daki Château de Versailles, İtalya’daki Galleria Continua ve New York’taki Brooklyn Bridge Park’ta sergilenen bu heykelsi çalışmada, su ile dolu zeminde kocaman, dairesel bir boşluk görüyoruz. Bir girdap, suyu sürekli olarak derinliklerine çeker. Su kütlesinin ne kadar derin olduğu belirsizdir ve bazı enkarnasyonlarda havuzun içi siyahtır. İçeride ne olduğuna dair herhangi bir ipucu alırken aynı zamanda suyun buz gibi soğuk olduğu izlenimini verir. Su sürekli olarak döner ve bu hareket içinde, beyaz baloncuklar işin kenarlarına doğru dönen kendi şekillerini oluştururken girdap kendi yörüngesinde yavaşça hareket eder.
*Myriad: Sayısız (Antik Yunan μυριάς, myrias’tan), teknik olarak on bin sayısıdır; bu anlamda, terim neredeyse yalnızca Yunanca, Latince, Korece, Japonca veya Çince’den yapılan çevirilerde veya eski Yunanca sayılardan bahsederken kullanılır. Daha genel olarak, sayısız, sonsuz sayıdaki şeyler için ifade edilir.
Çeviri kaynak: https://www.theartstory.org/definition/the-sublime-in-art/