19. yüzyıl sonlarında Sir Arthur Conan Doyle, ortaya öyle bir karakter çıkarıyor ki ilk yazıldığı zamanlardan itibaren günümüze kadar yaklaşık yüz otuz sene geçmesine rağmen hâlâ kitleleri kendine hayran bırakmakta fazlasıyla başarılı oluyor. Sherlock Holmes ile yardımcısı ve aynı zamanda arkadaşı olan Dr. Watson’ın dedektiflik serüvenlerinde başlarından geçenleri Watson’ın kaleminden aktarıyor yazar.
Bu serüvenler kişilerin kendilerine müracaat etmesine (bunların başında polis Lestrade gelmekte) ve Sherlock’un merakını celbeden olaylara dâhil olmak istemesi gibi nedenlere dayanmakta. Öyküler zamanla sanatın yeni alanlarına da uyarlanarak ilgili kitlesini arttırdı. İşte biz de bu yenilikler üzerine konuşacağız.
Sherlock, daha 40’lı yıllardan itibaren beyaz perdeye aktarılmaya başlandı. Farklı oyuncularla yeni filmler çekildi. Son yıllarda ise Robert Downey Jr. ile Jude Law’ın başrollerinde bulunduğu, yönetmenliğini Guy Ritchie’nin yaptığı Sherlock Holmes filmleri 2009 ve 2011 yıllarında vizyona girdi, oldukça da ses getirdiler. 2021 yılında serinin üçüncü filminin yayınlanacağını da hatırlatalım.
Bunların yanında Sherlock Holmes’ün –aslında Doyle tarafından bahsedilmeyen- kız kardeşi Enola Holmes’a dair bir film Netflix’te gösterime girdi. Conan Doyle tarafından kaleme alınan karakterlere ve olaylara sadık kalınması gerektiğini düşünmekteyim. İçerisinde farklılık bulunan bir dedektif filmine yeni bir konsept bulmak pekâlâ mümkün olmalıdır.
Öncelikle film serisini ele alacak olursak içerisinde bulunduğu dönem oldukça güzel tasvir edilmiş. Olaylar ve kişiliklerde kitaba sadık kalmaya çalışıldığı hissedilmekte. Holmes’ün Irene Adler ile olan ilişkisi ise ekranlarda sıkça gördüğümüz üzere olaya romantizm aşılamak fikriyle biraz daha dikkat çekse de kitabında ona sevgi duymadığı anlatılıyor. Buna karşın belli bir hayranlığı olduğu da fark edilmekte. İkinci filmde yani Game of Shadows’ta (Gölge Oyunları) ise Profesör James Moriarty’nin planlarını engellemeye çalışan Holmes’ü görmekteyiz. Bu hikâyenin devamını üçüncü filmde izleyeceğiz. Kitapta da geçen bu hikâyeyi, arzu eden filmi beklemeden okuyabilir.
Dizisine gelecek olursak, orada ise başrollerde Benedict Cumberbatch ve Martin Freeman oynamakta. Sherlock Holmes’ü günümüze uyarlama düşüncesi iyi oyunculuklarla da birleşince ortaya başarılı bir yapım çıktı ve hatta zamanla Sherlock denildiğinde akla dizisi gelmeye başladı.
(Böyle takdir edilesi yapımlara hak ettikleri değeri tabii vermeliyiz ancak bu karakterleri en özgün hâliyle dünyaya tanıtan Doyle’un Sherlock denince dizisinden ön planda tutulması gerektiğini düşünmekteyim. Zira popülerite günümüzde zaten fazlasıyla egemen.)
Diziyi günümüze uyarlamanın sadece iyi bir fikir olarak kalmadığı, modern Londra’nın imkânlarının başarıyla kullanılabildiği ve dâhi Sherlock’un -filmine de nazaran- kendi içine kapanık yaşayışı (dizide oldukça sık hatırlatıldığı şekliyle “sosyopat” kişiliği) etkili biçimde işlendiği için bizlere güzel bir dizi sunulmuş. Dizide kız kardeş karakterine yer verilmesinin, kitabın dışına çıkılarak Holmes’ün de hayatını bir nebze farklılaştırdığından dolayı eleştirilebilir bir nokta olması mümkün. James Moriarty karakteri ise filminde de dizisinde de zekâsıyla ön plânda gözükmekte. Bunun yanında dizisinde farklı bir enerji katılarak “Çılgın Profesör” gibi bir karakter hâline bürünmüş. Bunun da diziye güzel bir hava kattığını düşünüyorum.