Seyahat etmenin tam da zamanı dediğimiz yaz ayları gelip çattı. Günlük yaşantılarımıza kısa bir ara verip soluklanmak, uzak diyarlara seyahat etme planları yaptığımız aylar aynı zamanda. Bazılarımız plajları tercih ederken bazıları da dağ havasını veyahut ormanın derinliklerinde vahşi yaşamı deneyimlemek ister. Sanat tarihi boyunca yaz mevsimi, birçok sanatçının favori mevsimi olmuştur. Sanattan ilham alan bu 7 mekâna mutlaka bir göz atın!
1. Parklarda ve Ormanlarda Gezinmeyi Sever Misiniz?
Fontainebleau Ormanı veya Barbizon Köyü tam size göre.
Barbizon, 1820’lerin başından itibaren birçok sanatçının yaz aylarını geçirdiği kuzey Fransa’da bulunan küçük bir köydür. Sanatçılar burada doğayı inceler ve açık havayı resmederdi. Barbizon, eskiden kralların koruduğu Fontainebleau Ormanı’nın yakınında yer alır. 19. yüzyılda, büyüyen eğlence sınıfları için popüler bir gezi yeri haline geldi. Sık sık birlikte ormana giden ressamlar, yeni bir manzara resmi stiline başlangıç olan Barbizon Okulu’nu kurdular. Fransız Akademisi tarafından tavsiye edilen bu uygulamayı klasikleştirmek veya manzaralarına herhangi bir mitolojik anlam eklemek istemediler. Gerçeği olduğu gibi göstermeyi tercih edip peyzajı kendine özgü bir biçimde yansıtmaya çalıştılar.
2. Tekne Gezilerinden Hoşlanır Mısınız?
Rota Argenteuil!
Argenteuil, Paris’in merkezine 11 kilometre uzaklıkta küçük ama çok güzel bir kasabadır. Monet, 1872’de Londra’dan Fransa’ya döndüğünde buraya taşınmaya karar verdi. Pierre-Auguste Renoir, Édouard Manet veya Alfred Sisley gibi arkadaşları onu evinde ziyaret etti. Argenteuil o zamanlar empresyonistler için gerçek bir sanat merkeziydi. Monet burada en bilinen eserlerinden bazılarını yarattı. Stüdyoya dönüşmüş teknesinde otururken sık sık sudaki ışık yansımalarını resmetmiştir.
3. Tüm Vücudunuzla Yaşayabileceğiniz Bir Deneyime Ne Dersiniz?
Moritzburg bu deneyim için mükemmel olurdu.
Moritzburg Gölleri, Alman Dışavurumcu grup Die Brücke’nin birçok üyesinin yaşadığı Dresden şehrinin yakınlarında yer alır. Grup üyeleri modelleriyle birlikte göllere gidip çıplak şekilde yıkanır ve resim yapardı. Faaliyetleri, döneme hakim olan kentsel yaşamın yozlaşmış biçimine karşı bir tepki niteliği taşıyordu.
4. Şehirde Sıkışıp Kaldınız ve Bir Hafta Sonu Kaçamağına mı İhtiyacınız Var?
Asnieres, Paris’in banliyölerinde, Seine Nehri boyunca uzanır. 19. yüzyılda, hem yüksek sınıf hem de işçi kesim için bir hafta sonu istikameti oldu. Bu resimde Seurat, nehrin kıyısında yıkanan yoksul sınıfı tasvir ederken, ünlü Grande Jatte Adası’nda Bir Pazar Öğleden Sonrası (Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte) tablosunda, karşı kıyıdaki yüksek sınıfı resmetmiştir. Arka planda gelişmekte olan Paris endüstrisine ait bacalar görülmektedir.
5. Üniversiteden Mezun mu Oldunuz?
Mezuniyet turu zamanı!
Francis Basset, 18. yüzyılda genç ve soylu İngilizlerin çoğunun yaptığı gibi Büyük Tur kapsamında Roma’ya gitti. Bir beyefendinin eğitimini tamamlamasının en iyi yolunun Avrupa’ya seyahat etmek olduğuna inanılıyordu (kadınlar seyahat edemeyecek kadar kırılgan kabul ediliyordu, o zamanlar için bu oldukça büyük bir girişimdi). Genellikle kişi, seyahatine Paris’te başlar ve daha sonra İspanya veya İtalya’ya geçerdi. Genç erkeklerin harabeleri, eski eserleri ve sanat eserlerini incelemesi gerekiyordu. Birçoğundan, yurtdışındaki eğitimlerini belgeleyecek portreler istendi. Bununla birlikte, turlar ders çalışmanın yanı sıra sosyalleşme ve organizasyonlara da (tablolar, mücevherler veya eski eserler gibi hediyelik eşyalara para harcamaya) odaklanırdı.
6. Risk Almaya Hazır Mısınız?
Paul Gauguin’in izinden gidin.
Paul Gauguin Tahiti’ye ilk seyahatinden önce hayalini kurduğu daha ruhanî bir yaşam biçimini deneyimlemek için Bretonya’ya taşınmıştı. Bretonya’daki insanlar Parislilere çok benzer bir şekilde yaşamalarına rağmen Paul, onları yine de geleneksel kostümler giydirerek veya eski moda çiftçilik yöntemlerini kullanırken resmetti. Aynı şekilde Tahiti’yi insanların doğayla ve birbirleriyle uyum içinde yaşaması vaat edilmiş bir yer olarak hayal etmişti. Ancak adaya varıp gemiden indiğinde Tahiti’nin bir koloni olduğunu gördü ve yerli kültürün çoğunun bastırıldığı, Fransa tarafından büyük ölçüde Avrupalılaştırılan bir yerle karşı karşıya kaldı. Yine de Tahiti’yi hayalini kurduğu biçimde, yani doğanın özünün, parlak renklerin ve farkındalıklı yaşamın adası olarak resimlerinde tasvir etmeye karar verdi.
7. Evim Güzel Evim
Evden uzakta okuyor veya çalışıyorsanız, bazen yaz tatili için aile evinize geri dönmek size çok iyi gelir. Joan Miro, 1918’de tamamen resim yapmaya odaklanmak için Paris’e taşındığında, İspanya’yı ve ailesinin Mont-roig del Camp’teki yazlık evini gerçekten çok özlemişti. Dayanılmaz derecede sıcak geçen Paris yaz aylarını aile çiftliğinde geçirmek için genellikle İspanya’ya dönerdi. İnanılmaz derecede ayrıntılı tablosu Çiftlik (The Farm), Miro’nun evini ne kadar iyi hatırladığını ve İspanya’yı ne kadar sevdiğini, özlediğini ve dolayısıyla idealize ettiğini gösteriyor.