Böceklerin dünyası kendi kendine bir alegori sunuyor gibi gözükebilir. Güveler, birçok değişimden sonra güneşe doğru açar, böcekler toprağa girer, örümcekler ağ örer. İnsanoğlu her zaman buna hayran kalmış, ürkmüş, gezegenin diğer canlılarını yakından izlemiş ve hayali erdemleri, kusurları üzerine yıkmıştır. Ressamlar çevik böceklere pek çok maske “takmış”, onları birçok tuvale gizlice sokmuş ve yerleştirmiştir. İşte sanatta böcekler ve sembolleri!
Kurtuluş Kanatları
Kelebeğin kozasından çıkması, ilahi bir dönüşümün, ölümün ve dirilmenin simgesi hâline geldi. Ölümsüzlüğün sembolü olarak Yunan, Roma ve Antik Mısır mitlerinde bulunuyor. Ama Yunanlar hariç hiçbiri kelebekleri ruhun sembolü olarak görmedi. Özgürlüğe uçan o harikulade yaratıklar insan ruhu özgürlüğünün eşdeğeriydi. Yunancada psyche kelimesi hem kelebekler için hem de ruh için kullanılır.
18. yüzyıla kadar meraklı Avrupalılar, Hristiyan inancının tuvale yansıdığı zamanlarda böceklerin hayat döngüsünün kurtuluş belirtisi olarak gördü. Obur tırtıllar insanlara pislik ve acı içinde dünyevi zahmete mahkûm olduklarını hatırlattı. Ama hafif kanatlı güzelliğin kozasından çıkması, ölümden sonra yaşam ve özgürce uçma şansı demekti. Bu arada, kelebek toplamak epey nezih bir hobiydi, özellikle de ruhbanlar için.
Dosso Dossi’nin Jüpiter, Merkür ve Fazilet eserinde kelebekler ilginç bir konumda yer alıyor. Ressam, Merkür’ü Fazilet’in Jüpiter’in evine girmeye engel olurken resmedilmiş çünkü Tanrı kelebekler ve salatalık çiçekleri çizmekle meşgul. Boş zamanlarındaki yaratıcı uğraşları Olimposlular için sorumluluktan daha önemli gözüküyor.
Tırtılın, uçan bir yaratığa mucizevi dönüşümü. Bu olay, van Gogh’un sanatında bariz bir şekilde onun tuvaline yansımış. Böceklerin harikulade değişimi üzerine düşünerek ressam, umudun somutlaşmasını ve insanın dönüştürme yeteneğinin bir metaforunu tasarladı. Tasarladı ama başka gezegenlerde tasarladı. Mektubunda arkadaşı Émile Bernard ve van Gogh şöyle yazdı:
“…daha iyi ve farklı bir varoluşta resim yapma olasılıkları konusunda oldukça dingin hissetme özgürlüğüne sahibiz. Bir olguyla değiştirilmiş belki bir tırtılın kelebeğe dönüşmesinden daha yaratıcı daha şaşırtıcı olmayan bir varoluş… Ressam-kelebek’in varoluşu, sayısız ilahi vücutta vuku bulurdu.”
Van Gogh, böceklerin yaşam döngüsünü, ilk elden tecrübe ettiği genelev sakinleriyle karşılaştırırdı ve kötü yola düşmüş kadınların ruhani dönüşümleri için bir umut ışığı görürdü. “Arayışta, arayışta, arayışta. Neyin arayışında, biliyor mu? Bir tırılın kelebeğe dönüşmesi gibi o da dönüşebilir mi bir gün?” yazmıştı.
Belki ölümü hatırlatan konuları seven Salvador Dalí’nin resimlerinde kelebek bulabiliriz.
Aşağıdaki resim genelde hatalı şekilde sanatseverler tarafında Salvador Dalí’ye atfedilir. Resim gerçek üstü evet ama bu tablo başarılı ressam Vladimir Kush’a ait.
Kelebeği konu alan en dikkat çekici parçalardan biri de Damien Hirst’ün Ölüm Benim, Dünyanın Yıkıcısı (2006) eseridir. Kelebeklerin kanatlarından oluşuyor bu eser. Genelde, kelebekler Hirst’ün eserlerinin tüm serilerinde yer alır. 2012’de sanatçı, Aşka Giriş ve Çıkış adlı çalışmasında hayvan aktiviteleri tarafından epey eleştirildi. Dokuz bin kelebek Nisan’dan Eylül’e kadar yavaşça ölüme mahkûm edilmişti. Ve bu çalışma sadece Londra, Tate Modern’de sergilenecekti.
Fantezi sanatçısı James Christensen bu konuda çok daha iyiydi ancak maalesef 2017’nin başlarında hayata gözlerini yumdu. Ona göre, kelebeklerin kanatları, peri masallarının ve meleklerin bir özelliği ve tabii ki yükseğe uçan ruhların simgesiydi.
Aşkın Yusufçuğu
Edepsiz yusufçuk, çoğu böcek gibi, Hristiyanlıkta pek sevilmiyordu. Hatta şeytanın biçimlerinden biri olarak görülürdü. Yani, eğer bir resimde İsa bebek minik ellerinde bir böceği sıkı sıkı tuttuğunu görüyorsanız bu bir bebek haylazlığından çok iyiliğin kötülük üzerine olan zaferidir.
19. yüzyılda böcekbilimin hızlı gelişimiyle kuyumcular yusufçuklara (ve başka böceklere) hak ettiklerini verip onları birer sanat eserine, tek başına güzelliğe dönüştürdüler. Gelen yeni çeşitlerle kuyumcular artık mücevherlerini kullandıkları alanı genişletmişlerdi. Günümüzde kadınlar, geleneksek kelebek ve bokböceğinin yanı sıra kendilerini arı, yusufçuk, çekirgeler ve örümceklerle süslüyorlar. Bunlar özellikle Yeni Sanat Akımı döneminin de özelliğiydi.
Güzel Leukanida
Çoğu garip görünüşlü böcek gibi, geyikböceğinin de (Lucanus cervus) sihirli güçleri olduğuna inanılırdı. Dinî resimlerdeki varoluşunun nedeni Hristiyanların sembolik anlamına verdiği önemden kaynaklanıyor olmalı. Geyik, Hristiyan resimlerde İsa’nın sembolü olarak sıkça kullanılırdı çünkü geyiğin bitkilerin ve hayvanların koruyucusu olduğuna, doğumunun kötüyü kovduğunu ve kurtuluşu getirdiğine inanılırdı.
14. yüzyılda bokböceği anlamını yitirmeye başladı ve nihayetinde pek çok sanatçı için en sevilen konu hâline geldi. Klasik bir örnek olarak Dürer’in 1505’de yaptığı meşhur çizimini gösterebiliriz. Rönesans sanatçısı olarak, sanatın her daim doğada olduğuna ve asıl sanatçının da bunu ortaya çıkaracağına inanırdı. Hâliyle, bir sanat eseri için bir böceği konu almak o zamanlar için duyulmamış, görülmemiş bir şeydi. Bir yandan da Dürer’in daha çağdaş eserleri bu yaratıkları aşağılar vaziyettedir.
Alman ressam ve tasarımcı Hans Hoffmann (1530-1592), Dürer’in geleneğini sürdüren ve geliştiren kişiler arasında başta geliyordu. Kahramanlarının resimlerini kopyalama konusunda çok özenliydi. Öyle ki ilerleyen zamanlarda Hoffmann’ın eserleri Dürer’in orijinal eseri olarak satıldı.
20. yüzyılın başlarında, 1912’de bu böcekler, film yıldızları kadar ünlendiler ve Wladyslaw Starewicz’in yönettiği Güzel Leukanida ya da Longhorn Böceği ve Bokböceği Savaşı gibi animasyon parodilerde ana karakter oldular.
Bal için Sinek Bile Bağdat’tan Gelir
17. yüzyılda sinekler ve diğer haşereler genelde yetkili kişilerin evlerini bu böceklerden korumak için tablolara konurdu. Ancak bundan önce dekoratif unsur olarak orta çağ yazmalarının ve horoloji (Saatler Kitabı) marjlarına sinekler de çoğunlukla konurdu. 15. yüzyıl kadar eski bir zamanda resimlerin içinde yollarını buldular. Bir süreliğine günahın, çürümenin, ölümün ve melankolinin sembolü olarak dini bir anlam taşıdılar. Öte yandan, Hıristiyanlıkta sinekler Beelzebub’la bağlantılıydılar. Beelzebub, Yeni Ahit’te ‘şeytanların reisi’ olarak adlandırılan eski Asurlular ve Fenikelilerin tanrısıydı. Rivayete göre, Kenan’a sinek istilası göndermişti. Ama resim tarihinde, hâlâ kir ile bağdaştırılan bu rahatsız edici böcek, sanatsal ustalığı kanıtlandığı zamanlar en zirve dönemlerini yaşamıştı. Yaşamlar’ında bu anekdotu Giorgio Vasari söylemişti. Bir zamanlar Floransalı ressam Cimabue’nin çırağı olan Giotto, Cimabue yokken öğretmeninin resimlerinden birindeki bir yüze sinek çizdi. Sinek o kadar gerçek gibi gözüküyordu ki döndüğünde Cimabue sineği defalarca fırçası ile temizlemeye çalıştı. Görüyorsunuz, sineğim sinir bozucu doğası burada da karşımıza çıkıyor.
Örümcek Varsa Ağı da Vardır
İnsanlar örümceklerden ve ağlarından hep iğrenmiştir. Bu yüzden eklem bacaklılar kötücül tasarımlarla, entrikalarla ve zinayla ilişkilendirilmiştir. Öte yandan, bu vahşi hayat da sanatta yerini buldu. Fransız simgeci ressam Odilon Redon’ın ilk resimlerinde örümcekleri korkunun ve kederin sembolü olarak görebiliriz. İlerleyen dönemlerde daha renkli bir palete geçip çiçekler ve kelebekler resmetmeye başladı.
En ünlü ve en büyük örümcek, hatta daha net olmak gerekirse dişi bir örümcek, Maman idi. Louise Bourgeois’in yaptığı bu örümcek dokuz metre bronz, paslanmaz çelik ve mermer bir heykeltıraştır. Sanatçı, karakterin anlamını şu şekilde açıklıyor: “Örümcek anneme bir övgüdür. Benim en yakın arkadaşımdı. Tıpkı bir örümcek gibi o da dokumacıydı. Ailem kilim dokuması işindeydi ve annem de butiğin başındaydı. Örümcekler gibi annem de çok zekiydi. Örümcekler varlıklarında sivrisinekleri yerler. Yani yardımcı ve korumacılardır, tıpkı annem gibi.”
Genellikle günümüzde sanatçılar korkularını aşmak için böceklerin dünyasına dönmekten hiç çekinmiyorlar. Buna modern bir örnek olarak Travis Louie’yi verebiliriz. Örümcek fobisine karşı yardımcı olan efsanevi yaratıklar, insan fantezileriyle doldurulmuş bir dünya yaratmıştı.
Napolyon’un Seçkisi
İkonografi, böceklere bakış açısı konusunda epey tutarsız. Kendini adama ve kurtuluş anlamında kötü olarak görülebilir. Arı mesela, kendini feda etmenin sembolüdür. Faniliği, hastalığın başlangıcını ya da ölümü de temsil edebilir.
Ama bu bal üreticileri, Napolyon’un kraliyet pelerininde yerini bulunca tarihteki yükselişini yaşadı.
Olay aslında şuydu: Napolyon Korsikalı bir soydan geldiği için zambaklı armalar takmasına izin yoktu. Zambak da (fleur-de-lis) hanedan armasına ait bir semboldü. Napolyon da şahsi amblemi olarak arıyı seçti çünkü uzaktan bakılınca ters dönmüş bir zambağa benziyordu. Ölümsüzlüğün ve yeniden doğuş anlamına gelen arı zaman içerisinde Fransız eyaletinin eski kökleri ve yeni hanedanlık arasındaki bağ haline geldi. Taç giydirme töreninde pelerininde arı bulundurunca (ki bunlar merovenj arılarıydı ve 1653’te Belçika’da el yapımı eşyalar arasında bulunmuştu) Napolyon, geçmişin hükümdarlarının haklı bir halefi olduğunu gösterdi.
Natürmorttun Gizli Performansı
Sanatçılar, kilisenin ikonografi için belirlediği kuralları ve dindar düşünceleri arkada bırakıp, sıradanlığa ve gündelik nesnelere odaklandılar. Gözlerini yere devirdiler ve burada çok çeşitli ama keşfedilmemiş bir dünyanın olduğu fark ettiler. Yine de resimlerin uyumunda Yaratıcının elini aramaktan da vazgeçmediler. 17. yüzyılda resmedilmiş natürmortlarda, nesneler dünyevi gizli kinayeler, ölümün kesinliğini, Kutsal Tutku ve Dirilişi barındırırlar. Bu alegorilerde, böcekler ve kelebekler orta çağ dini piyeslerindeki aktörler gibi her zaman belli bir rol oynarlar.
Hayvanseverlerin detaylı, doğru, zarif çizimleri, özellikle de kadınlar (Rachel Ruysch, Maria Sibylla Merian), çağdaşlarının yanlış anlamalarına karşı bilimi öne çıkardılar. Bu “sözde” çağdaşlar böceklerin şeytani olduğuna ve bu doğa üstü dönüşüm için cadıları sorumlu tutmak gerektiğine inanıyorlardı.
Müzayedeye ve Sergilere Nasıl Girilir?
Skandal dolu Belçikalı sanatçı Jan Fabre’ın böceklere olan ilgisi genetik diyebiliriz. Dedesi Jean-Henri Fabre ünlü bir böcekbilimci ve Böceklerin Yaşamı kitabının da yazarıydı. Jan’ın Kiev’deki çarpıcı sergisi sofistike halkta merak uyandırdı. Saint Petersburg, Hermitage’daki sarsıcı sergisi de ciddi bir skandala yol açtı. Fabre’ın kötü şöhretli bir diğer tekniği de mücevher böceklerinin yanardöner kanatlarından yapılmış mozaik tekniğidir. Bu kanatları Brüksel’deki sarayın tavanını ve avizeleri kaplamak için kullanmış, bu sayede de ülkesinin emperyalist geçmişini protesto etmişti. Léopold II, Kongo bölgesinin topraklarını kendininkine katınca Kongo’da otuz milyondan on beş milyona kadar nüfus azalması oldu. Fabre’ın da montajları ve heykelleri için mücevher böcekleri direkt olarak Kongo’dan geliyordu. Hâliyle, sanatçı da bu konuyu restoran sahipleriyle halletti.
Kavramsal sanatçı Ilya Kabakov’un böceği muzaffer bir sanat eseri olarak adlandırılabilir. Resim Şubat 2008’de Phillips de Pury’de yaklaşık 6.000.000 $’a satıldı, bu da savaş sonrası bir Rus sanat nesnesi için rekor miktardı.
Böcekler, zamanında tapılan, harikulade ve mide bulandırıcı, yararlı ve zararlı olarak resim tarihinde gururla yer edindi.