Işık bile onu yok edemez! Bu ucu bucağı olmayan tema her zaman sanatçıların ilgisini çekmiştir. Hem felsefi hem de teknik açıdan önem arz etmiştir. Işıklandırma ve gölgelendirme ustaları olarak bilinen sanatçılar bir gölge oyunlarından daha fazlasını ortaya koymaya uğraştılar. Öyleyse gelin sanatta elma sembolü ne anlama geliyor inceleyelim.
Antik Yunanlar, gölgeler sayesinde resmin ortaya çıktığına inanırlardı. Pliny the Elder’ın (MS 79) anlattığı bir efsaneye göre, Sikyon’da yaşayan bir çömlekçinin kızı, bakire Corinthian, âşık olduğu adamın taslağını mum ışığında duvara çizdi. Joseph Wright of Derby, 1782’de bu taslağı gördü.
Ayrıştırma ve Kabul Görme Süreci
Eski Ahit’te ışık ve karanlık daha üstünkörü tasvir edilmiştir. “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi.” Akabinde, Tanrı’nın bu eylemi derin bir felsefi anlamı kazandı. Aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü, siyah ve beyaz karşılaştırmaları Avrupa kültüründe oluşan tavırda iz bıraktı. İlk bakışta her şey net olsa da hayat göründüğünden daha karmaşık hâle geldi. Mutlak karanlık ve mutlak kötülük nadirdi.
Düşen bir gölgeye Orta Çağ sanatında neredeyse hiç rastlanılmaz. Eğer illa ihtiyaç duyuluyorsa yerine göre gölge çizilirdi. Bunun nedeni o dönemde sanatçıların daha perspektif ve hatta yoğunluğu keşfedememiş olmasıydı. Bunun sırrı Rönesans’ta ortaya çıkmıştı. Asıl o dönemlerde resmi gerçekçi yapmak için gölgelendirme tekniği kullanılmaya başlandı.
1410’da Gentile de Fabriano, Aziz Francis’in Stigmata* yaraları aldığı bir tablo çiziyor. Vuran ışık, dağın bir tarafını aydınlatıyor, ağaçlara dağılıyor ve Azizin siluetini yere yansıtıyor.
Orta Çağ resimlerde ışığın güzelliğin ve şairaneliğinin keşfedildiği bir dönemdi. Rönesans’ta ise karanlığın güzelliğini ve şairaneliği ortaya çıktı. Ancak gölgelendirmenin popülerliği artarken aydınlatmanınki düşmüştü. Bunların yanı sıra Orta Çağ’da ışık pozitif ve yaratıcılığı gösterirken Rönesans döneminde resme şekli veren ve pozitif olan gölgelendirme oldu.
18. yüzyılda karanlığın estetiği sanatta netameli olarak görünmeye başladı ve gölgelendirmeye negatif bir rol biçildi. Francisco Goya, Heinrich Wilheim Tischbein, Joseph Wright of Derby ve başka sanatçıların resimlerinde bunun vücut bulmuş hâlini görebiliriz. Sanatçılar ve yazarlar gizemli ve karanlık şeylerden ilham aldılar.
Işık Oyunlarından Akıl Oyunlarına
Empresyonistler gölgelendirmenin anlatıcılığına olan ilgilerini kaybetmişlerdi. Böylece daha çok görsel olarak kullanmaya başladılar. Claude Monet’in ilk çalışmalarına bakıldığında ağaçların gölgeleri hâlâ siyah gözüküyor. Öte yandan Camille Pissarro’nun ve Alfred Sisley’nin son çalışmalarına bakıldığında geleneksel siyah renk ortadan kalkıyor, onun yerine gölgelendirmeler daha renkli hâle geliyor. Bunun anlamı da gölgelendirmenin negatif anlamın ortadan kalkmasıdır.
Giotgio de Chirico’nun sanatına baktığımızda gölge; gece karanlığının, takıntılı korkuların herhangi bir karanlığının, ruhun karanlığının takıntılı bir görüntüsü haline geliyor. Gölgenin davranışları asla öngörülemez ve perspektif kurallarına bağlı da değildir. Chirico’nun resminde yoktan yere, nedensiz bir şekilde ortaya çıkıyor (Peygamber, 1917). İdeal varlıkların metafizik dünyasında, ebedî gün hüküm sürmektedir.
Gerçekçi tablolarda, gölgelendirme ilk görevine dönüyor ve kasvetli duyguları anlatıyor. Dr. Haustein’ın Portresi’nde Christian Schad, bir sohbetin gerçekleştiğini göstermek için duvara bir gölge resmetti.
Bütün modern akımlar arasında, gölgeye en önemli değeri veren sürrealistlerdi. Bunun nedeni, sürrealistlerin hayalleri ve fantezileri tasvir etmeye olan ilgileriydi. Salvador Dalí, Yves Tanguy, René Magritte ve Paul Delvaux fantezilerini, gerçekten daha gerçekçi ifade etmeye çalıştılar. Bunun için de bütün detayları özenle çizdiler ve her zaman gölgelendirme kullandılar.
20. yüzyıldaki gerçekçi tablolarda, evrensel yalnızlık havasını oluşturmak için gölgelendirme sıkça kullanılmıştır. Edward Hopper, Rockwell Kent, Felix Nussbaum isimlerini örnek gösterebiliriz. Pop Art Kralı olarak bilinen Andy Warhol eserlerini gölgeye adadı. Bu nedenle, gölgeyi ve asıl gölgenin sahibini birbirinden ayırdı. İlerleyen zamanlarda, Ed Ruscha ve Gerhard Richter gibi isimler gölgeyi resimsel bir araç olarak kullandılar.
Çağdaş Rus sanatçılardan Vitaly Komar ve Alexandr Melamid bu tabloyla sosyalist realizmin geleneğine bağlı olarak klasik miti anlatan ikonik bir resim yapmışlar.
Kutsal Karanlık
16. yüzyılda sanatçılar gölgeyi perspektif gibi önemli bir kavramla ilişkilendirdiler. Tasvir etme tekniği akademik öğretimin bir parçasıydı ve kompozisyon net olmalıydı bu yüzden gölge, yalnızca belirli kısıtlamalarla kullanılabilirdi.
Leonardo da Vinci, görsel sanatlarda ışık ve gölgenin rolüne çok dikkat ediyordu. Leonardo için karanlık, dünyanın vücut bulmuş hali, dünyasal ilke, dünyanın iç derinliğinin görüntüsü gibi davranır. Leonardo parlak ışığı sevmez, “aşırı ışık kabalık yaratır”, onun için gölge, hayatın gizeminin ve şiirinin somutlaşmış halidir.
Michelangelo Merisi de Caravaggio, gölgeyi çalışmalarında bağımsız bir felsefi imge olarak kullandı. Elçilerin Mesih’in ölümünden sonra Mesih’le buluşmalarını tasvir eden Emmaus’ta Akşam Yemeği (1601) eserinde, İsa’nın başının üzerindeki gölge hale şeklini tekrar eder ancak bir gölgedir, rengi tekrarlamaz. Çok azı asırlık geleneği kırmaya ve cennetsel ışığın sembolizminin halesini mahrum etmeye cesaret edebilirdi. Mesih’in tarihi tamamen insan kaderi açısından deneyimlenir ve siyah gölge bir “kaçınılmaz son” sembolüne dönüşür.