Ruhsal hastalıkların yaratıcılığa katkıda bulunduğu ya da artırdığı fikri yüzyıllardır tartışılıyor ve düşünülüyor. Hatta Antik Çağ filozofu Aristoteles bile acı çekmiş dahiler deyimini ”Hiçbir deha delilik işareti olmadan var olmamıştır.” sözüyle teorize ederek onaylamıştır. Ruhsal ıstırap ve yaratıcılık hüneri arasındaki bağ çürütüldüğünden beri şu bir gerçek ki bazı batı ilkelerinde en ünlü görsel sanatçılar ruhsal problemlerle mücadele ettiler. Bu sanatçılardan bazılarının içindeki bu acı, onları eserlerini yapmaya teşvik etti. Bazıları için yaratıcılık rahatlamak için bir terapi gibiydi.
Çeviren: Pelin Altıkardeş
1) Francisco Goya (1746-1828)
Belki de hiçbir ressamın eseri ruhsal hastalığının başlangıcını Francisco Goya’nınkinde olduğu gibi kolayca tanımlayamaz. Sanatçının eseri kolayca iki döneme ayrılabilir. Birinci dönem duvar halıları, resim taslağı ve portreler olarak tanımlanabilir. İkinci dönem ise şeytani varlıkları, savaşın şiddetini, diğer ölüm ve yıkım sahnelerini tasvir eden ”Kara Tablolar” ve ”Savaş Faciası” serileridir. Goya’nın ruhsal bozulması, mektupları ve günlüklerine göre kendini toplumdan soyutladığı, paronoyak olduğu ve korktuğu zamanlarda, yani 46 yaşındaki sağırlığının başlangıcı ile bağlantılı.
2) Vincent van Gogh (1853-1890)
27 yaşında Hollandalı ressam Vincent van Gogh kardeşi Theo’ya bir mektup yazdı: “Tek endişem, bu dünyada nasıl bir yerimin olacağı.” Gelecek 10 yıl içerisinde görünen oydu ki van Gogh bu soruya cevap bulmaya daha da yaklaşmıştı. Sanatıyla, bu dünyada kalıcı bir etki yaratmıştır ve bu süreç içerisinde kendi benliğini bulmuştu. Bu süreç içerisinde çok yaratıcı olmasına rağmen epilepsinin ve büyük ihtimalle bipolar hastalığının pençesinde kıvrandı.
Van Gogh, 1886 ile 1888 yılları arasında Paris’te yaşadı. Bu zaman içerisinde mektuplarında dehşet vakaları, tuhaf epigastrik hisleri ve bilinç kaybı yaşadığını belirtti. Özellikle yaşamının son iki yılı boyunca aşırı enerji atakları ve ağır depresyon krizi dönemleri ile birlikte zindelik hissi yaşadı. 1889’da kendi isteğiyle Saint-Remy şehrinde bir ruh sağlığı hastanesinde tedavi gördü. Psikiyatrik tedavi altındayken harika tablolar yaptı.
Taburcu olduktan 10 hafta sonra 37 yaşında hayatına son verdi. 20. yüzyılın en yaratıcı ve yetenekli sanatçı zihniyetlerinden biri olarak ardında kocaman bir miras bıraktı.
3) Paul Gauguin (1848 – 1903)
Birçok intihar girişiminin ardından Gauguin, Paris yaşamının stresinden kaçarak birçok ünlü eserini oluşturduğu Fransız Polinezyasına taşındı. Bu taşınma sanatsal ilhamı getirse de ihtiyacı olan bundan daha fazlasıydı. Gauguin frengi, alkol ve madde bağımlılığından muzdarip olmaya devam etti. 1903 yılında morfin krizinin ardından 55 yaşında öldü.
4) Edvard Munch (1863 – 1944)
Hiç kimse içindeki şeytanın yardımı olmadan ”Çığlık” gibi bir tablo oluşturamazdı. Aslında Munch intihar düşünceleri, halüsinasyonlar, fobiler (agorafobi dahil) diğer ağır ruhsal ve fiziksel acıların hissini tanımladığı, ruhsal problemlerle mücadelelerini günlüğündeki yazılarında belirtti. Bir yazısında, en ünlü şaheseri ”Çığlık” tablosunu ortaya çıkaran ruhsal çöküntüyü şöyle tanımladı:
”Yolda iki arkadaşımla yürüyordum. Sonra güneş batınca gökyüzü aniden kana büründü ve hüznün dokunuşuna benzeyen bir şey hissettim. Hiç kıpırdamadım ve tırabzanlara yaslandım, çok yorgundum. Koyu mavi halicin üzerindeydim, dağılan bulutlar ve damlayan kanla şehir adeta sallanıyordu. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ama ben göğsümdeki açık bir yarayla korkmuş bir biçimde tekrar durdum. Büyük bir çığlık doğayı delip geçmişti.”
5) Agnes Martin (1912–2004)
Halüsinasyonlarla birlikte birçok psikotik krizle mücadele ettikten sonra 50 yaşındayken 1962 yılında Agnes Martin’e şizofreni teşhisi konuldu. Füj anında, park yolunda dolaşırken bulunduktan sonra, daha önce elektro şok tedavisi gördüğü Bellevue Hastanesi’ndeki psikiyatri servisine kaldırıldı.
Taburcu edildikten sonra, yaşlıyken şizofreniden kurtulmak için çareler bulduğu New Mexico çölüne yerleşti. (92 yaşında öldü) Düzenli bir şekilde konuşma terapisine katıldı, tedavi gördü ve kendini Zen Budizmi’ne adadı.
Ruhsal hastalıkla yaşamış birçok ressamın aksine Martin, şizofreninin kesinlikle eserleriyle hiçbir ilgisi olmadığını iddia etti. Yine de bu acı çekmiş sanatçının geçmişinin bir kısmını bildiğimizden, neredeyse Zen benzeri somut tabloları ve Martin’in dinginliğinin görüntüsünden bazı anlamlar yükleyebiliriz.