Refik Halid Karay’ın Şeftali Bahçeleri Üzerine İnceleme

Bu değerlendirme yazısında söz konusu olan hikâye Refik Halid Karay’ın 1919 yılında Feneryolu’nda yazmış olduğu ‘‘Şeftali Bahçeleri’’ hikâyesidir. Türk edebiyatında ‘‘Memleket Hikâyeleri’’ ile klasikleşen Refik Halid’in ‘‘Şeftali Bahçeleri’’ hikâyesi ironik anlatım çerçevesinde çözümlenmeye çalışılmıştır. İşte Refik Halid Karay Şeftali Bahçeleri incelemesi!


Yazan: Betül Yılmaz

Refik Halid KARAY

İroni, bir şeyi dile getirirken mevcut olanın tersini söyleyerek mevcut olanı anlatma yöntemidir. Kişi, dile getirdiğinin tam tersini söyleyerek karşı tarafta bir etki yaratmak ister. İroni, yalnızca olaylar sırasında dile getirilenlerde görülen bir şey değildir. İroni; bir durum için baştan yapılan ve emin olunan yorumun, akla gelen düşüncenin artık koşullar ortadan kalktığı vakit düşünülenin tam tersinin ortaya çıkması durumudur. İroni, aynı zamanda anlatıma ince bir alay katarak anlatımı zenginleştiren de bir yöntemdir.

”Şeftali Bahçeleri” hikâyesi ne anlatır?

Şeftali Bahçeleri hikâyesi boyunca okuyucuya tanıtılan tek kahraman; Âgâh Bey olur. Âgâh Bey; dik başlı, Avrupa görmüş fakat Batılı fikirleri özümseyememiş, sözü geçen bir tanıdığının torpili ile kaçtığı Avrupa’dan İstanbul’a dönmüş biridir. Anadolu’ya tahrirat yani yazı işleri müdürü olarak atanan Âgâh Bey, yeni görev yerine gelirken gördüğü içler acısı durum neticesinde kendince bir karara varır; artık aylaklık etmeyecek ve gittiği yerde görevini hakkı ile yapacaktır.

Vincent van Gogh, Çiçeklenen Pembe Şeftali Ağacı (Mauve’un Anısı) Mart 1888. Kröller-Müller Müzesi.

Geldiği memleket, şeftali bahçeleri ile ünlü bir yerdir. Burada memuriyetler sözde vardır. Çünkü memurlar, eğlence dışında bir şey düşünmezken halk da bu memurların gönlünü hoş etmekten başka bir şey düşünmez. Âgâh Bey, gelip memleketin halini görünce derin bir üzüntüye kapılır. Oysa gelirken hayal ettiği bu değildir. Memuriyetteki kimseler, onun söylediklerini lakırdı olarak görür ve ciddiye almaz. Tüm gün çalışarak millet için faydalı şeyler yapmayı hedefleyen Âgâh Bey, saat iki olduğu gibi memuriyetin bomboş kaldığı gerçeği ile baş başa kalır.

Gece evinde yattığı vakit, memurların sesine uyanır ve dik başlılığı yüzünden bu duruma sert bir tavırla el atma hülyalarına kapılır. Oysa buradaki memurlar, ezelden beri böyledir ve tam da böyle olduklarından bu memlekete memur tayin edilmişlerdir. Burada, İstanbul’da dahi görülmeyecek eğlenceler yapılır ve bu eğlenceler sırasında tasavvuftan bahis olunur, Mevlevîlik söz konusu edilir. Ancak bu kadar dinin konu edildiği yerde İslâmiyet öğretilerine uygun davranışlar görülmez. Kadı, sevdiği rakıyı anlatır; geceleri evin basık odasına kadınlar, beyleri eğlendirmek amacıyla gizli gizli girerler. Âgâh, iki ay boyunca uğramadığı bu şeftali bahçelerine, eğlencelere artık karşı koyamaz ve katılmak durumunda kalır. Merakına yenik düşen aynı zamanda kaba gözükmek istemeyen Âgâh, değiştiremediği bu vilayete uyum sağlar.

”Memleket Hikayeleri” 

Peki ”Şeftali Bahçeleri” hikâyesinin ironisi nerede?

Hikâyenin ironisi; Âgâh’ın söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çatışmadadır. Hikâyenin başında gittiği yere faydalı olmak amacıyla yola çıkan Âgâh, hikâyenin sonunda değiştiremediği memurlardan birine dönüşür. Kendisine bir eşek alır, evinde nargilesi ile avlanan keklikleri düşünüp burnuna çalan şeftali kokularının tesirine kapılır. Âgâh, artık faydasız biri olmayacağım diyerek çıktığı yola hiç kimseye faydası olmaksızın devam eder. Kararlılığı iki ay ancak süren, ardından erken dönerim diye gittiği ilk eğlenceden âdeta müptela halde döner. Sonrasında da Âgâh Bey, kendisini bu eğlencelere katılarak günleri tüketmekten başka çaresi olmadığına ikna etme yoluna gider. Oysa ‘‘kendisi büsbütün başka türlü bir memur’’du, ‘‘Avrupalı bir hükûmet adamı olacaktı… İşte şu ufak memuriyet ne iyi bir deneme meydanıydı.’’ diye çıktığı yolda ‘‘Avrupalı bir hükûmet adamı’’ olmayı bir kenara bırakalım sözde bir devlet memuru olmaktan öteye dahi gidememiştir.

Âgâh Bey’in söyledikleri, düşündükleri ile yaptıkları arasındaki uyumsuzluk hikâyeyi ironikleştiren durumdur. Âgâh, yapacağı konusunda kendisine söz verdiği hiçbir şeyi yapmadan geldiği yerdeki memuriyetin durumunu kabullenmiş ve beklentisi olmaksızın kendisini eğlencelere kaptırmıştır. O kadar kaptırır ki, satranç oynamaktan yahut eğlencelere katılmaktan gün içerisinde memuriyete uğrayacak vakit bulamaz. Oysa Âgâh Bey, Avrupalı bir ‘’hükûmet adamı’’ olma iddiası ile yola çıkmış, kendisinin ne kadar mühim işler yapacağını ve Anadolu’nun içerisinde bulunduğu durumu, insanların tembelliğine sebep olan üretim araçlarını değiştirerek ortadan kaldırabileceğini ispat etme gayesindedir. Geldiği vilayette işte bu konudaki kararlılık seviyesi Âgâh Bey’i de tembel bir insan haline getirmiştir.

Hikâyenin başında gittiği yeri değiştireceğini, insanları biraz olsun sefaletten kurtaracağını ve örnek bir devlet insanı olabileceğini düşündüğümüz Âgâh Bey, hikâyenin sonunda nargile sevdalısı, eğlence düşkünü ve memur dahi denemeyecek birine dönüşür. Hikâyedeki bu durumu açıklamak için kullanılabilecek en uygun kavram ise ‘‘ironik’’ kavramıdır.  

 Kaynakça:

  • Karay, R. Halid (2015). ‘’Memleket Hikâyeleri’’, İstanbul: İnkılâp.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir