1949 yılı Almanya doğumlu, Koku romanıyla uluslararası üne erişmiş, çeşitli senaryolar da yazmış olan Patrick Süskind; ilk ve dev oyunu Kontrbas’la karşımıza çıkıyor. Yazarın 1980’de yazdığı Kontrbas; Almanya, İsviçre ve Avusturya’da en çok sahnelenen oyunlar arasında yer alıyor. Bu yazımızda Patrick Süskind’in Kontrbas adlı oyununu inceleyeceğiz.
Yazan: Gizem Kural
Oyunda devlet orkestrasında kontrbas çalan memur bir adamın enstrümanıyla olan çelişkili bir nevi hastalıklı ilişkisi birey, toplum ve toplumsal cinsiyet üzerinde ifadelenirken müzikteki hiyerarşiyi de göz önüne koymaktadır. Tüm bunların altında ezilen kontrbasçının dış dünyaya kendini de enstrümanını da sığdıramaması onu kendi içine daha sonra da kontrbasına hapsetmektedir. Bu iç-dış ilişkisi oyun süresince ifadesini hiç yitirmez. Gürültülü bir şehir, o şehirde bir apartman dairesi ve bir oda. Odanın içinde bir adam ve kontrbası, hiç susmayan bir plak. Brahms’ın İkinci Senfonisi’nin plakta çalınmasıyla açılan sahnede kontrbasçının uzaklaşıp sonra yine gelen adımlarla bir bira açtığı görülür. Karşı tarafın senfoni içerisindeki bas izlerini yakalamasını sabırsız bir tutumla bekleyişi, kontrbasçının hapsolduğu yalnızlığı göstereceğini hissettirmekte ve sıkıştığı iç dünyasını bizlere taşırmaya zemin hazırlamaktadır.
Yaylı çalgılar arasında cüsseli yapısı ve ses derinliğiyle bilinen, eserlerde önemli olan müzik cümlelerini birbirine bağlayan kontrbas; orkestradaki bu adam için bazen çalgı yerine bir engel teşkil eder:
Bir kontrbas çalgı olmaktan çok engeldir. Taşıyamazsınız, sürüklemeniz gerekir, bir düşerse parçalanır. Arabaya ancak ön koltuğu sökerseniz sığar. O zaman da doldurmuş olur zaten arabayı. Evde hep etrafından dolaşmak zorunda kalırsınız, öyle… öyle salak salak durur ortada ama bir piyano gibi de değil, öyle ya, piyano mobilyadır. Kapatır olduğu yerde bırakırsınız. Kontrbası bırakamazsınız. Hep ortalıkta kalır, şey gibi… (Süskind, 2015: 22)
Bazense bu durum kendisini ve tüm kontrbasçıları üstün kılmaktadır:
Öte yandan tasarlanması imkânsız bir şey varsa o da kontrbassız orkestradır. Hatta denilebilir ki orkestra ancak ve ancak bir basın bulunduğu yerde başlar…Varmak istediğim nokta kontrbasın mutlak olarak ve fark atarak en önemli orkestra çalgısı olduğunu saptamak.(Süskind, 2015: 10)
Kontrbas çalıyor olmanın çalgıcısında yarattığı bu üstünlük hissinin temeline inildiğinde müzikteki, orkestradaki hiyerarşi kendini gösterir.
Yazarın da buradaki tutumuna devlet orkestrasındaki kontrbasçının bakışından yer verdiğini görüyoruz:
Çünkü bir orkestra, gözünüzün önüne getirin şimdi, sıkı bir hiyerarşiye göre kurulmuş bir yapıdır. Böyle de olmalıdır ve bu niteliğiyle de insan toplumunun bir aynasıdır. Her şeyin üstünde Genel Müzik Direktörü yer alır sonra birinci keman gelir, sonra birinci ikinci keman, sonra ikinci birinci keman, sonra geri kalan birinci ve ikinci kemanlar, viyolalar, viyolonseller, flütler, obualar, klarnetler, fagotlar, madenî nefesliler; en sonunda da kontrbas… Ben çalınca kalkıp da “hah, kontrbas” diyen olmaz çünkü bütünün içinde kaynar giderim ben.(Süskind, 2015: 33)
İki üç basçı vardır Almanya’da, her şeyi onlar çalar. Biri konser ajansının sahibi olduğundan, öbürü Berlin Filarmoni üyesi olduğundan, üçüncüsüyse Viyana’da profesör. Bunlar karşısında bizim gibilerin adı bile anılmaz. (Süskind, 2015: 32)
Cüssesini kavramanın zor olduğu ve çalmanın kuvvete dayandığı kontrbasın müzikte üstlendiği görev büyükken edinebildiği ya da ona verilen yer bunun çok dışındadır. Kontrbasçı bu düzenden duyduğu rahatsızlıktan bestecilere de pay bırakır. Pikaba koyduğu Wagner’ın Die Walküre uvertüründeki kontrbas partisini tekrarlarken notaların çılgın hızından ve notaları çalmanın imkânsızlığından yakınır, ortaya çıkan sesi bir gürültü olarak tanımlar:
Çalmanın hiç mi hiç imkânı yok. Cambul cumbul sesler çıkarırsınız işte. Wagner farkında mıydı bu durumun, bilmiyoruz. Farkında olsa da olmasa da umrunda değildi. Zaten orkestrayı hepten hor görmüştür ya…Zaten onun için önemli olan şey gürültü olmuştur. (Süskind, 2015: 21)
Aynı şey Beethoven’ın Altıncı Senfoni’si için de geçerli ya da Rigoletto’nun son perdesi -fırtına mı çıkıyor, o zaman hiçbir dünyada hiçbir kontrbasın hiçbir zaman çalamayacağı notaları yazıveriyorlar.(Süskind, 2015: 22)
Her bir notanın anlamını yitirdiğini düşünen kontrbasçı, zihnimize kontrbasla gürültü arasında ilişkiyi sızdırır. Gürültü, istenmeyen her bir sesin toplamı ve o seslerin aynı andalığı olsa da onlar da içten dışa çıkan birer izdir fakat seslerdeki bu bir aradalık o izleri birer uğultu yapar, siler.
Müzikteki hiyerarşiyi ve kontrbasın orkestradaki yerini eleştirdikten sonra hiddetini düşüren adam, toplumsal cinsiyeti yine kontrbas üzerinde ortaya çıkarıyor. Kontrbasın ciddi ve dişi bir çalgı olduğunu söyleyen adam, kadın rolünü de yaşam ilkesinin, doğurganlığın, toprak ananın tamamlayıcılığıyla eş kılıyor. Yaşamın kucak açışının kaçınılmazlığı yanında ölüm gibi ciddi bir gerçeğin de dişiliği esirgeyici bir zalimlikte olduğunu ifade ediyor. Kontrbas ciddiyetini yaşam ve ölümden alıyor.
Yazar bu düşüncesini kontrbasçı üzerinden sunarken bir başka tavrı da dikkat çekiyor. Kontrbasın fiziki yapısını şişman bir kocakarıya benzetiyor ve onu şimdiye kadar icat edilmiş en hantal ve kaba çalgı olmakla suçluyor. Bu çelişkilerin ortasında ise kontrbasçının kendisine hayran olduğu orkestra solisti güzel ve çekici Sarah’ın, kontrbasçıdaki estetik algısını taşıdığı ortaya çıkıyor.
Oyunda tüm kapıların kontrbasın fiziksel ya da ses özelliklerine çıkması hatta bazen de onun yaşamla, dişilikle ilişkilendirilmesi; kontrbasın müzik ve orkestra dünyasındaki ötekiliğinin yanında aynı duruma çalgıcıları tarafından da düşmesi, kontrbasçının enstrümanına katlanamadığı gibi onsuz da olamayışı; enstrüman ve sahibi arasındaki bağın altını çizmektedir. Bu da temeldeki yalnızlığa dayanır. Yalnızlık herkesin, her şeyin içinde ya da dışında değil, hep ötede kalmakla bireyi sarar.. Böylelikle birey ne dış dünyaya sığabilir ne de kendi içine. Bu ötekiliğe insan kendi mi neden olur bilinmez ama onu insanın kendi kendine sürdürdüğü ortadadır. Tıpkı nesne ve eylem seçimlerinin tesadüf olmadığı gibi. Tıpkı bu devlet orkestrası memurunun enstrüman olarak kendi gibi ciddi, köşeli, cüsseli ve ötekileştirilmiş kontrbası seçmesi gibi. Birey kendiyle olan mücadelesini yine kendi gibi olanla verir. Kendi yalnızlığını ondan çıkarır, bir yandan ona tahammül edemezken diğer yandan da onsuz olamaz. Oyundaki iç-dış ilişkisi burada noktalanıyor denebilir çünkü kontrbas, çalgıcısındaki ruhun beden bulmuş hâlidir.
Çok akıcı ve anlaşılır bir dil kullanılmış tebrik ediyorum.
gelecek vadeden bir calisma.. mest oldum
Beğenmenize çok sevindik. Teşekkürler.