Jun’ichirō Tanizaki (1886-1965), esasen Shōwa devrinde etkili olmuş çok kıymetli bir Japon yazardır. Yazarın en mühim makalelerinden biri olan “Gölgeye Övgü” isimli çalışması, ilk defa 1933 yılında yayımlanmıştır. Gölgeye Övgü, gölgelerin Japon kültüründeki önemine değin yazarın görüşlerini ihtivâ etmektedir.
Tanizaki, yazılarında bilhassa Japonya’nın 1868 yılında batı kültürüne açılmasından sonra ülkede vuku bulan değişiklikleri analiz eder. Bu değişikliklerden birisi 20. yüzyıl baskılarında perspektifin kullanılmasıdır. Tanizaki’ye göre bu tarz yeni unsurların tanıtımı Japon kültürünün ana değerlerini tahrip edebilecek bir güce sahiptir. Nitekim öyle de olur. Japonya’da elektrikli aydınlatma yaygınlaşınca her şey değişmeye başlar. Elektrikli aydınlatmanın yaygınlaşmasından sonra; gölgenin iç tasarımda, tiyatroda ve diğer sanat biçimlerinde oynadığı rol önemli ölçüde azalır.
Gölgeye Övgü, bunun gibi genel analizler eşliğinde yazarın şahsi tecrübelerini de harmanlayan mühim bir makaledir. Tanizaki, elektrikli aydınlatmanın günlük hayatın hiçbir alanında kullanılmasını tasdik etmez. Makalenin bir kesitinde Ay Festivali tatili sırasında İşiyama Tapınağı’na gitme fikrinden nasıl vazgeçtiğini anlatır. Tapınağa gitmeme sebebi batılı unsurların ayine dâhil edilmesidir. Ludwig van Beethoven’ın Ay Işığı Sonatı ve parlak spotlar başrollerdedir:
“Bu sene Tsukimi (“Ay izleme” mânâsına gelen ve eylül ayında kutlanan bir hasat bayramı) için nereye gideceğim hakkında büyük bir kararsızlık yaşadım. Epey düşündükten sonra İşiyama Tapınağı’nda karar kıldım. Ancak dolunaydan bir önceki gün gazetede ayı izlemeye gelen misafirlere taş plaktan ‘Ay Işığı Sonatı’nın dinletilmesi gâyesiyle İşiyama’daki ormana hoparlörler yerleştirileceğini okudum. Planlarımı derhal iptal ettim. Hoparlörler ziyadesiyle kötüydü lakin dahası bütün dağlara projektörler dizilmiş, her yer ışıklarla çevrelenmiş olacaktı.”
—Gölgeye Övgü
Japon İç Mekânlarında Gölge ve Altın Detayları
Tanizaki, aydınlatmanın yanı sıra ev inşası meselesindeki inceliklere de değinir ve fark eder ki insanlar an‘anevî olarak evlerini eğimli çatılarla inşa etmişlerdir. Bu durum ise iç mekanların ziyadesiyle loş olmasına sebep olmuş ve iç mekanlardaki köşelerin her daim bir parça gizem muhafaza etmesine olanak sağlamıştır. Karanlık bir anlamda da iç mimarideki detayların su yüzüne çıkmasına sebep olur:
“Gün batımında parıldayan ufuk çizgisi misali karanlığı kuşatan ve ram edilmiş bir altın huzmesi… Altının hüzünlü güzelliğini bir başka yerde daha fevkalâde şekilde gösterdiğini sanmıyorum.”
Altın, Japon evlerinin ve tapınaklarının ana unsurlarından biri idi lakin 20. yüzyılın insanları onun kıymetini unuttular. Evvelinde altının ışık kaynağı görevi görmesinden mütevellit pratik bir rolü de var idi. Bir benzeri, suni aydınlatmada keskin şekilde görünen rahip kıyafetlerinin brokarı (sırmalı ipek kumaş) için de geçerlidir.
Ev inşa etme sorunu modern standartları temellük etmenin zorluğuna da temas ediyordu. Esasen Tanizaki’ye göre, şayet Japonlar kendi yaşam tarzlarına münâsip olan ve kendi geliştirdikleri bir teknolojiye sahip olsalar idi çok daha iyi olurdu:
“Gramofonu ya da radyoyu biz icat etmiş olsaydık müziğimizin ve sesimizin niteliklerini tam olarak nasıl icrâ edeceklerdi! Müziğimiz sessiz ve rûhî bir müzik. Fakat hoparlör tarafından güçlendirildiğinde büyüsünün büyük bir kısmı kaybolup gidiyor.”
—Gölgeye Övgü
Japon Tiyatrosunda Râm Edilmiş Işık
Japon kültüründeki gölgelerle ilgili analizin bir başka noktası da Nō ve Kabuki tiyatrosundaki değişimlerle ilgilidir. Kabuki oyunlarındaki makyaj, modern ve parlak ışıklarda dezavantajlı görünmektedir. Bu kısmen erkeklerin an‘anevî olarak kadın rollerini oynamasından kaynaklanmaktadır. Hâl böyle olunca, yanılsama ancak izleyiciler ayrıntıları net olarak göremediklerinde hasıl olmaktadır.
Nō tiyatrosu yine de gizemli bir unsurunu muhafaza eder çünkü erkek oyuncular bir çeşit zamansızlık hissi veren maskeler takarlar. Şimdi ancak sahnede terennüm edilebilen bu güzellik eski Japonya’daki günlük yaşamı çağrıştırır:
“Nō sahnesinin loşluğu, esasen, eski zamanlardaki evlerin loşluğudur. Kostümlerin renkleri ve desenleri, eskiden biraz daha parlak olsa da, soylular ve aristokratlar tarafından giyilenlerdir.”
Oyunlar gölgelerle bezeli gelenekli iç mekânların büyüsünü muhafaza eden eski binalarda gerçekleştirilmelidir:
“Nō oyunları için en münâsip yer, direkleri ve paravanaları gölgeli bir parıltıyı koruyan; kirişlerin altındaki karanlığın sanki üstlerinde devâsâ bir tapınak çanı sallanıyormuş gibi oyuncuların başlarına asıldığı, doğal parlaklığa sahip bir sahnedir.”
—Jun’ichirō Tanizaki, Gölgeye Övgü.
Gölgeler ve Günlük Nesneler: Kâseler ve Kâğıt
Suni aydınlatmanın etkileri Japon evlerinde ve tapınaklarında da görülür. Dahası günlük hayatta karşımıza çıkan nesneler de suni aydınlatmadan nasibini almıştır.
Altın işlemeli lake kaseler, Japonya’da urushi-e (nesneler üzerinde lake kullanılarak yapılan resimler) sanatında mühim bir gelenektir. Lâkin 20. yüzyılda giderek daha fazla insan seramiği tercih etmeye başlamıştır. Ne yazıktır ki bu nadide geleneğin eşsiz lake kâseleri, eski moda olarak nitelendirilmiş ve daha çok dinî törenlerde gerekli görülür olmuştur.
Tanizaki’ye göre lake kâseler Japon öğününün temel parçasıdır. Çünkü lake kâseler, gölgelerin Japon kültüründeki rolünü belirgin şekilde yansıtırlar. Yemek yeme bu sebeple neredeyse bir sanata dönüşür:
“Karanlıktaki cila parıltısı, alevlerin titreşimlerini yansıtır, esintilerin odadan geçtiğini müjdeler ve seyircileri hayâl kurmaya teşvik eder.”
“Japon yemeklerinin genellikle yemekten ziyâde bakılmak için olduğu söylenir lâkin bunu daha da ileri götürerek; cilalı nesneler ve karanlıkta titreşen mum alevlerinin visâlinden hâsıl olan sessiz bir mûsiki misali, insanın mûrakabeye dalması için eşsiz bir fırsat olduklarını söyleyebilirim.”
Benzer kaideler eşsiz bir yazma deneyimi sunan Japon kağıdı için de geçerlidir. Kağıt, tamamen beyaz olmadığı için renkleri gölgeli kalır. Loş nüansı sayesinde Japon iç mekânlarıyla mükemmel uyum sağlar ve başlı başına estetik bir deneyim hâline gelir:
“Batı kâğıdının beyazlığı Japon ve Çin kağıtlarından farklıdır. Batı kâğıdı üzerine düşen ışığı yansıtır, bizim beyaz kağıdımız ise ışığı kışın düşen ilk karın zarif örtüsü gibi yavaşça emer.”
—Jun’ichirō Tanizaki, Gölgeye Övgü.