Film İncelemesi: Hayat Var (2009) yön. Reha Erdem

Türk film yönetmeni ve senarist Reha Erdem, Boğaziçi Üniversitesi Tarih eğitimini yarıda bırakıp Paris’e giderek Sinema ve Plastik Sanatlar bölümünü okumuştur. Türkiye’ye dönüşünün ardından Türk- Fransız ortak yapımı ilk uzun metrajlı filmi “A Ay” ile sahada adından güçlüce söz ettirmeyi başarmıştır. Tüm filmlerinin senaryosunu yazıp yöneten Reha Erdem, Hayat Var filminin hem kurgusunu hem de ses tasarımını kendi yapmıştır. Paris’te aldığı eğitimde özellikle ses tasarımı ile ilgilenen ve bu bilgisini etkin bir biçimde kullandığı, ayrıca SİYAD, Yeşilçam, Altın Portakal, Berlin ve İstanbul Film Festivali’nden ödüllü Hayat Var filminin incelemesini hazırladık. Patlamış mısırlar hazırsa başlıyoruz.


Yazan: Sinem Altınoluk

Hayat Var film afişi

İsmi ile bize adeta kopya veren film, belli başlı karakterler ve mekân ekseninde geçip yoksulluk, ilgisizlik, görünmezlik içerisinde kendini var etmeye çalışan Hayat’ın iç dünyasını kendi hayat şartları doğrultusunda ne kadar yaşayabildiğini, hayatın gerçekleri gözünden harmanlayarak bizlere sunuyor. İstanbul’un karşı yakasında sosyo-kültürel anlamda alt sınıf bir mahallede çocuğuna ilgisiz, çevresinde dönen olaylara tepkisiz, illegal işlerle uğraşan bir baba; bakıma muhtaç, ağzı bozuk, bazı tavırlarınca Hayat’a yakın dursa da gözünde değerinin olmadığı bir dede ile birlikte yaşıyor ana karakterimiz. Hayat’ı küçük yaşta terk ettikten sonra yeni bir evlilik yapan, o evlilikten bir bebeği olan ve babasına nispeten Hayat’a daha sert davranan bir anne; Hayat’a yardımcı olup koruyup kolluyor gibi görünse de aslında tacizi sevme ve alakadarlık kılıfında gösteren komşu Keriman, Hayat’ın babası ile bir derdi olan fakat filmin içinde sorunun nedeninin yönetmen tarafından alenen gösterilmediği adam, kötü niyetli mahalle bakkalı, öğrenciyi yük gibi gören okul müdürü ve sınıf öğretmeni, Hayat’ı sevdiğini gördüğümüz onun dikkatini çekmeye çalışan genç ve filmde karaktere etkisi olacak diğer kişiler.

 

Film, Hayat’ın okul çıkışında kıyı kenarında babasını beklemesiyle başlıyor. Babası her gün Hayat’ı okula bırakıp aynı yerden alıyor. Boğaz’dan eve doğru süren, birbirleriyle hiç konuşmadan gerçekleştirilen rutin bir eylem bu. Eve varışla artık Hayat’ın içinde büyüdüğü, yıkımının sergilendiği ortamı görmeye başlıyoruz. Sıkça duyduğumuz, izleyici için bile rahatsız edici boyuta gelen uçak, siren ve kavga sesleri ile dolu bir mahalle, bu durum görsel ögelerle de epey pekiştirilmiş. Filmde bazı ögelerle sınıfsal farklılıklara dayalı yaşamlar simgeleştirilmiş. Babasının para kazanma amacıyla kullandığı, Hayat’ın da okula ulaşma aracı olan tekneyi, sürekli büyük gemilerin arasında onların işini yapıyor hâlde görmek sınıfsal ilişkilerin imgesel bir görünümünü sunma amacıyla hizmet ediyor bizlere. Hayat’ın kendi dileği için yaptığı ilk eylemde de yine o teknenin kullanılması yazgının kuşaklar boyu lineer (doğrusal) olmayacağını anlatmak istiyor belki de.

Hayat, çocukluğu içinde ondan beklenilen yetişkinlik rolünü taşırken kimsenin görmediği, yalnız kaldığı zamanlarda parmak emme, kardeşinin salıncağına binme gibi eylemlerle çocukluk yönünün eksik kalan kısımlarını doyurmaya çalıştığına şahit oluyoruz fakat bir yandan da cinselliğinin farkına varmaya başlayan bir genç konumunda. Adet olduğu zaman annesinin tokadı ile karşılaşan, annesinin “kadın oldun” söylemiyle nefes darlığı yaşayarak karşılık veren bir çocuk Hayat. Filmde birçok sahnede Hayat’ın dile dökülmeyen tepkisizliğinin vücut dili ile ortaya koymasının gösterimi olarak nefes darlığı tepkisi kullanılmış. Hayat’ın diline vurmayan sözlerinin en ilkel hãli olan nefesin içeride sıkışmasının somut bir gösterimi.

Buradan sonrası spoiler içerebilir.

Yaşı gereği dürtüsel başlayan cinsellik arayışı, Hayat’ın içinde yaşadığı şartlarda sağlıklı öğrenebileceği şekilde gerçekleşmiyor. Mahalle bakkalının taciziyle anlama oturttuğu bu durum, aynı kişi tarafından tecavüze uğramasıyla Hayat’ı yıkıma uğratıyor. Başına gelen onca şeye rağmen Hayat’ın tepkileri ise kişilere karşı hep sessizlik oluyor. İsyanını eyleme dönüştürdüğü yerlerden biri hindiye gösterdiği şiddet, diğeri de film boyunca devam eden mırıldanma şeklinde duyduğumuz, kimi zaman şarkı melodisine kimi zaman ritmik olmayan ninni sesine benzeyen seslerde gizli. Filmin tamamını kapsayan bu mırıldanış Hayat’ın kendisi ile sessiz anlaşması gibi, ona kendi özelinde bir alan bırakıyor.

Filmde toplumun kırmızı çizgileri ve toplum tarafından ahlakın temeli gibi öğretilen unsurları da görmek mümkün. Hayat’ın Kur’ân içinde tutulan parayı çalmadan önce Kur’ân’ı öpmesi, yaşamında dine alakadarlık göstermeyen dedesinin ona meal okutması, üvey babasının oturup kalkması konularında vermeye çalıştığı edep, fiziksel gelişime başladığı anda annesinin ona uzun bir elbise giydirmesi gibi.

Hayat’ın çöpten yiyecek toplayarak kedilere yedirmesi, babasının ona aldığı tatlıyı onlarla paylaşması çocuksu saflığının dikkat çekici unsurlarından biri. Önceki sahnelerde dedesinin ondan gizli yemek yemesi, Hayat’ın da aynı şekilde davranışı, çocuğun bu tepkisinin iletişim hâlinde olduğu kişinin onun tavrına göre şekillendiğini, el değmeyen yerlerin hâlâ temiz olduğunu anlatıyor.

Hayat’ın çocukluğunda olduğu gibi, gençliğe geçiş evresinin onda büyük etki yaptığını ve arayışına yön çizdiğinden bahsetmiştik. Odasında asılı olan manken görselleri olmak istediği konumun somut hâlini sergiliyor olabilir bizim için. Babasının eve getirdiği hayat kadınlarından kırmızı ruj istemesi, isteklerin eylemlere dönüşüp fiziksel anlamda sergilenebileceği yollar da oluşturuyor yavaşça.

Kadınsallığını bastırma mekanizmasının daha az pekiştirilerek Hayat’ın bu baskı zincirinden kurtulma yoluna girmesi dedesine karşı gösterdiği tutumuyla, sinirini bazı yerlerde daha net göstermesiyle ve gence daha kolay yakınlaşmaya başlamasıyla paralelleşiyor.

 

Filmin sonlarında babası yaptığı kaçak işler neticesinde yakalanır ve eve gelemez, haliyle Hayat artık okula gidemez durumdadır. Bu sürede sürekli babasını bekler, arar. Ne kadar ilgisiz olsa da onu sözel ve fiziksel anlamda kırmaması babasıyla arasında bir sevgi bağı oluşturmuştur. Hayat artık dedesine karşı kapılarını kapatmıştır. Onu kendi çaresizliği ile bırakır. Yanına gelen gence karşı “İstanbullu musun?” diye sorar. Bu soru bize film içerisinde dedesi ile olan diyalogunu hatırlatır. Bu konuşmada soylarının dayandığı coğrafyadan bahsederken Hayat, tüm ailesinin kökenlerinin İstanbul’a dayandığını öğrenir. İstanbullu olan herkesin yaşamını kendi yaşamı ile özdeşleştirir. Çocuğun verdiği “Hayır” cevabı Hayat için gerekli olan tek koşulu da sağlamış olur böylece. Boğaz’ın onların gözündeki uçsuz bucaksızlığıyla birlikte tekneyle yol alırlar.

 

Film boyunca Hayat’ın güldüğü tek sahne olan bu sahne ile seyircinin yüzünde buruk bir tebessüm kalır.

Yararlanılan kaynak: 1

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir