Asi, yaratıcı ve üretken. Bu üç sıfat ve daha fazlası, çok zeki iki sanatçı kız kardeş olan Vanessa Bell ve Virginia Woolf’u tanımlamaktadır. Bu haftanın tablosu, devrimci feminist yazar Virginia Woolf’un, hak ettiği değeri görmeyen ressam kız kardeşi Vanessa Bell tarafından 1912’de yapılmış “Virginia Woolf’un Portresi” adlı eseridir.
Vanessa Bell, 1879 yılında İngiltere Londra’da Vanessa Stephen olarak doğdu. Üst sınıf bir aileden geldiği için, genç yaştan itibaren evde eğitim gördü. Gençken çizim dersleri alan genç Vanessa, daha sonra Londra’daki Kraliyet Sanat Akademisi’nde resim eğitimi aldı. Ebeveynlerinin ikisini de kaybettikten sonra 1904’te Londra’nın Bloomsbury bölgesine taşınmaya karar veren Bell, kız kardeşi Virginia’yı da yanına aldı. İkili daha sonra entelektüel Bloomsbury Grup’un bir parçası oldu.
Vanessa Bell 20’li yaşlarında, ev taşıma ve Clive Bell ile (1907’de) açık evlilik yapmak gibi cesur büyük adımlar atmıştı. Yine de aynı şekilde aile hayatına çok bağlıydı. Üç çocuğu olmuştu ve onlara karşı çok şefkatliydi. Ayrıca iç mimariye ve yemekli partiler düzenlemeye çok hevesliydi. Bell’in özgür, bağımsız ve (o zamanlar ihtilaflı olan) homofobik olmayan ruhu, resimlerinden ev dekorasyonlarına kadar tüm sanatsal yaratımlarında bir çıkış noktası buldu.
Bell ve Woolf’un inişli çıkışlı bir ilişkisi vardı ancak aynı zamanda da sıkı sıkıya bağlı ve samimiydiler. Woolf, Walter Sickert hakkındaki 1934 tarihli bir denemede, kız kardeşinin uzmanlık alanına gıpta ettiğini ima etmiştir. Bununla birlikte Bell her zaman, Woolf’un birçok kitabının kapağını tasarlama/boyama sorumluluğunu üstlenen ilk kişiydi. Aralarındaki ılımlı gerilim bu portreye de yansımıştır.
Burada Woolf, ikili davranış içinde resmedilmiştir. Bir yandan, evde örgü örerken çok özel ve samimi bir ortamda tasvir edilmiş ve bu ev içi güvenli alan, resme ailevi ve sıcak bir his vermiştir. Diğer yandan, Virginia’nın yüz hatları bulanık ve önemli ayrıntılardan yoksundur. Bu da kaçınılmaz olarak genel duyguyu soğuk ve mesafeli hissettirmektedir.
Kompozisyonda da benzer bir yaklaşım mevcuttur. Nispeten boş ortam, yalnızca çıplak bir duvarın önündeki büyük ve rahat bir koltuktan oluşmaktadır ancak bu boş atmosfer, çalışma boyunca canlı renkler kullanılarak tamamlanmıştır. Sıcaklık, canlılık ve kıskançlık için turuncu ve pembe; sakinlik, sağduyu ve birlik için mavi ve yeşil. Bunlar, 20. yüzyılın başlarının çığır açan sanatçılarından ikisini tanımlayan bir yığın kavramdan birkaçı.