Genelde, sanki bu ikisini ayıran kesin bir çizgi varmış gibi eski filmlerin siyah beyaz, yeni filmlerin ise renkli olduğu düşünülür. Fakat sanat ve teknolojideki gelişmelerde olduğu gibi film endüstrisinin siyah beyaz filmleri bırakıp renkliye geçtikleri kesin bir dönem yoktur. Üstelik film hayranları bilirler ki bazı yapımcılar filmlerini renkli film standart olarak kullanılmaya başladıktan yıllar sonra bile siyah beyaz çekmeyi tercih etmişlerdir. Örneğin: Genç Frankenstein (1974), ‘Manhattan’ (1979), Kızgın Boğa (1980), Schindler’in Listesi (1993) ve Artist (2011). Aslında, film çekimlerinin ilk zamanlarında renkli çekim sanatsal bir seçimdi. Renkli filmler çoğu insanın bildiğinden çok daha uzun süredir vardır. Öyleyse ilk renkli film neydi? Gelin hep birlikte öğrenelim.
Çeviren: Abdulkadir Bekdemir
1939 yapımı ‘’Oz Büyücüsü’’nün ilk renkli film olduğu görüşü çok yaygın olmakla beraber yanlıştır. Büyük ihtimalle bu yanlış anlamanın sebebi, ilk sahne siyah beyaz gösterildikten sonra filmde parlak renklerin muhteşem bir biçimde kullanılmasıdır. Oysaki Oz Büyücüsü’nden 35 yıl önce renkli filmler yapılıyordu.
İLK RENKLİ FİLMLER
İlk renkli filmler sinema filmlerinin icadından hemen sonra geliştirilmişti. Fakat renkli film çekme işlemi tam gelişmemişti ve pahalıydı. Sessiz filmlerin ilk zamanlarında bile sinema filmlerinde renk kullanılıyordu. En yaygın işlem bazı sahneleri renklendirmek için boya kullanmaktı. Mesela dış mekânda gece çekilen sahneler, geceye benzetmek ve bu sahneleri iç mekânda veya gün içerisinde çekilenlerden görsel olarak ayırmak için koyu mor veya maviye boyanırdı. Tabi ki bu sadece bir renk gösterimiydi. ‘’Life and Passion of the Christ’’ (1903) ve ‘’Aya Seyahat’’ (1902) gibi filmlerde kullanılan bir başka teknikte, her sahnenin elle boyandığı şablonla çizmeydi. Filmin her sahnesini elle boyama işlemi, o dönemdeki filmlerin şimdiki filmlere nazaran kısa olmasına rağmen zahmetli, pahalı ve zaman alıcıydı. İlerleyen yıllarda filmlerde renk çizimini geliştiren ve işlemi hızlandıran gelişmeler yaşandı ama harcanan para ve zaman bu tekniğin sadece birkaç filmde kullanılmasına sebep oldu.
Renkli filmdeki en önemli gelişmelerden biri 1906 yılında İngiliz George Albert Smith tarafından icat edilen Kinemacolor’dı. Kinemacolor sinemaları, filmi kırmızı ve yeşil filtrelerden yansıtarak filmde kullanılan gerçek renklere benzetiyordu. Bu büyük bir gelişmeydi fakat iki renkli film işlemi renklerin tam görüntülerini düzgün yansıtamıyordu. Birçok rengi aşırı parlak, solgun veya tamamen yok gibi gösteriyordu. Kinemcolor kullanarak çekilen ilk sinema filmi Smith’in 1908 yapımı kısa seyahat filmi “A Visit to the Seaside” idi. Kinemacolor en çok icat edildiği Birleşik Krallık’ta popülerdi ama gerekli donanımları satın almak çoğu sinema için imkânsızdı.
Technicolor
Kısa süre sonra, Amerikan şirketi Technicolor 1917 yapımı “The Gulf Between” filminin çekildiği kendi iki renkli işlemini geliştirdi. Bu işlem için biri kırmızı biri yeşil filtreden yansıtılacak bir film gerekliydi. Bir prizma projeksiyonları tek bir ekranda birleştiriyordu. Diğer renk işlemleri gibi bu ilk Technicolor’ın fiyatı da projeksiyon ekipmanları ve özel film tekniklerinin pahalılığı yüzünden uçuktu. Sonuç olarak, “The Gulf Between” Techicolor’ın orijinal iki renkli işlemi kullanılarak çekilmiş tek filmdi.
Aynı dönemde sonradan Paramount Pictures olarak anılacak olan ve baskı ressamı Max Handscheigl’ı bünyesinde bulunduran Famous Players-Lasky Studios, renklendirme için boyaların kullanıldığı farklı bir teknik geliştirdi. Cecil B. DeMille’nin 1917 yapımı filmi “Joanthe Woman”la piyasaya çıkan bu teknik yaklaşık 10 yıl kadar kullanılsa da, gelecek tekniklerin yolunu açmıştır. Bu yenilikçi teknik “Handschiegl renk tekniği” olarak bilinmeye başladı.
1920’li yılların başlarında Technicolor rengin direkt filmin üzerine basıldığı yeni bir renk tekniği geliştirdi. Bu teknik, her uygun boyuttaki projeksiyona filmin konulabileceği anlamına geliyordu. Technicolor‘ın bu yeni tekniği ilk kez 1922 yapımı ‘’The Toll of the Sea’’ filminde kullanıldı. Fakat, hala üretimi pahalı olduğu ve siyah beyaz filme nazaran çok daha fazla ışık kullanıldığı için, Technicolor’ın kullanıldığı birçok filmde Technicolor kısa sahnelerde kullanıldı. Mesela, başrolünü Lon Chaney’nin oynadığı 1925 yapımı “Operadaki Hayalet” filminde birkaç kısa renkli sahne çekildi. Ayrıca tekniğin pahalılığının haricinde yaygınlaşmasını önleyen bazı teknik sorunları da vardı.
ÜÇ RENKLİ TECHNİCOLOR
Siyah beyaz filmin yaygınlığını koruduğu 1920’lerde Technicolor ve diğer şirketler renkli sinema filmleri üzerinde çalışmaya devam ettiler. 1932’de, Technicolor filmi en parlak ve canlı renklerle gösteren üç renkli film tekniğini tanıttı: Bu yeni teknik Walt Disney’in kısa animasyon filmi ‘’Çiçekler ve Ağaçlar’’ ile piyasaya çıktı ve 1934 yapımı üç renk tekniğini kullanan ilk canlı çekim “The Cat and the Fiddle”a kadar devam etti.
Mükemmel sonuçlar doğurmasına rağmen teknik hala pahalıydı ve çekim için çok daha büyük kameralar gerekliydi. Ayrıca, Technicolor bu kameraları satmıyor ve çekim için gerekli stüdyoları kiralamıyordu. Bu yüzden, Hollywood 1930’ların sonlarında, 1940 ve 1950’de renkli filmleri en prestijli projelerinde kullandı. Technicolor ve Eastman Kodak’ın yenilikleri sayesinde 1950’lerde renkli film çekmek çok daha basit ve ucuzdu.
RENK PİYASAYI ELE GEÇİRİYOR
Eastman Kodak’ın kendi film tekniği Eastmancolor, Technicolor’a rakip oldu ve Eastmancolor yeni geniş ekran Cinema Scope formatıyla uyumluydu. Hem geniş ekran sinemalar hem de renkli filmler, film endüstrisinin ünü her geçen gün artan televizyonun küçük siyah beyaz ekranına karşı açtığı savaşın öncüleriydiler. 1950’lerin sonuna gelindiğinde, Hollywood filmlerinin çoğu renkli çekimdi ve sayıları kadar fazlaydı ki 1960’ların ortasında çekilen yeni siyah beyaz filmler sanatsal bir yöntem olmaktan ziyade daha ucuz bir seçenek olmuşlardı. Sonraki yıllarda böyle devam etti ve siyah beyaz filmler çoğunlukla bağımsız film yapımcılarının tercihi oldu.
Günümüzde dijital formatta çekilen filmler, ilk renkli film çekimlerini neredeyse tarihe gömecek. Yine de, izleyiciler siyah beyaz filmleri klasik Hollywood öykücülüğüyle bağdaştırmaya devam edecekler ve ilk renkli filmlerin canlı ve parlak renklerine hayran kalacaklar.