Modern Türk edebiyatımızın mihenk taşlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın aramızdan ayrılmasının üstünden 61 yıl geçti. Sanatçı; kaleme aldığı eserlerinin arka planında görülen derin tarihî, felsefi, sosyolojik ve psikolojik tahlil açısından araştırmacılar için heyecan verici, bir o kadar da zahmetli ve çetin bir yazar olma özelliği taşır. Yaşadığı dönemde hak ettiği ilgiyi göremeyen yoğun imgelerle örülü ‘yüklü metinler’ kaleme almıştır. Bu metinlerin arasında Eşik şiiri de olduğu söylenebilir. “Eşik”in yayınlanmasının 87. yıldönümünde Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anacağız.
Belirtmeliyiz ki Tanpınar’ın nesrine nazaran nazmı ihmal edilmiştir. Bunun çeşitli sebepleri elbette vardır. Bu yazımızda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Yaşamak, etrafımızdaki şeylerin şuuruna erdikçe bir dua olur.” sözünü kendimize bir rehber edinerek “Eşik” şiirini inceleyeceğiz. Keyifli okumalar!
Eşik şiiri geçmiş-hâl-gelecek döngüsünü temsil eden bir “ağaç” sembolü ile ele alınmış ve bu üç kozmik bölge içinde eşikte kalınmıştır:
”Bu yekpâre akış, durgun, derinden…
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!…”
Tanpınar, cinsellik olmadan aşk olmayacağını ifade eden ve bu hususa eserlerinde sık sık yer veren bir yazardır. Ancak onun için cinsellik kaba bir bedensel hazzın ötesinde ruhsal bir bütünleşmenin verdiği coşkudur. Nitekim Eşik şiirinde de gölgenin uyanışının anlatıldığı ”Acayip davetlerin rüzgârında / Her lahza yine kendi sularında!” mısralarında uygun olmayan davetlerin rüzgâr eşliğinde yapılması dikkat çekmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinde insanın yaşadığı problemlerin yanı sıra tarih, musiki, rüya ve zaman, insan hayatını şekillendiren meseleler olarak yer almaktadır. Tanpınar, sanatın pek çok dalıyla beraber başta edebiyat olmak üzere sanat, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin yeni akımlarından da eserlerini oluştururken yararlanmıştır.
Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.
Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma…Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.
Bir insanın ayna yahut suya bakıp bir kadın / erkek silueti görmesi ya da bir duygu-düşüncenin tesirinde kalıp düşler tasavvur etmesi bütünüyle kendi içinde yaşadıklarıyla ilgilidir. Öyle ki insan suya veya aynaya bakarken kendi içindeki animayı, gölgesini, ihtiyar bilgesini, büyükannesini yahut benzerlerini yansıtmasından ibarettir. Tanpınar’ın şiirlerindeki vaziyet de tıpkı buna benzer. Şiirde geçen “Bir ses yavaşça / Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin / Zümrüt usaresi maviliklerin / Suların üstünde arar kendini / Yoklar, ömrün bütün sahillerini” mısralarda animanın, yani ruhun, emarelerinin yavaş bir ses ile belirmeye başladığı ve kendisiyle yüzleşmek için de var oluşun dört elementinden biri olan suyun üstünü tercih ettiği görülmektedir.
Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar…
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle…
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun…
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni…
Bakışın, gülüşün, neş’en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün…
Ay unsuru, doğum ve ölüm evresinin sembolüdür. Bu satırlarda ise sevgiliyle buluşulan mekân olarak yer almıştır. Ayın ve yıldızların altında tezahür eden şairin animasının yüzü bir gül nağmesine benzetilmektedir: “Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayal / Yıldızların bize ördüğü masal / Kaç kere yarattım tenhada seni / Beyaz kollarını, sıcak buseni… / Bakışın, gülüşün, neşen ve hüznün / Ay altında bir gül nağmesi yüzün…”
Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin…
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı…
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiir konusundaki hassasiyeti ve şiirle ebediyete kavuşma düşüncesini Hasan Ali Yücel’e yazdığı şu satırlar en iyi şekilde ifade edecektir:
“Elimde bir romanla, şiirler var. Vakit daraldı, ellisekizimdeyim. Ölmeden şu şiirlerime bir çeki düzen verirsem çok mesut olacağım. O benim asıl makyajım, tıraşım, tuvaletim olacak. Gülünç bulma sakın bunları. Bir kere bir halt etmişim, angaje olmuşum. Ortaya bir isim atılmış, iddialara girişmişim. Geçen gün Boğaz’dayım. Âşık olduğum, yalnız gezdiğim günleri düşündüm. Ve kendi kendime ‘Yarabbim dedim, acaba genç bir âşık bir gün buralarda tıpkı benim on, on beş sene evvelki halimde dolaşırken benden bir mısra okuyacak mı?’ Ebediyet işte bu! Eğer böyle bir şey olursa vallahi mezarımda dönerim.”
Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda…ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında…
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir…
-Boş…
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini…
Bırak bu tesadüf bahçelerini…
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye…
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin…biraz da yalnızlığımız”
Bu dünyadan iyi ki bir Ahmet Hamdi Tanpınar geçmiş!
Kaynakça:
ARSLAN, Ahmet Duran. “Tanpınar: Trajik Bir Şair ve Şiiri Kitabı Üzerine.” Söylem Filoloji Dergisi 2.1: 124-126.
Korkut, Ece. “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiir Dili ve Evreni.” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 26.1 (2009).
https://www.siir.gen.tr/siir/a/ahmet_hamdi_tanpinar/esik.htm
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1509792
http://arsiv.tanpinarmerkezi.com/fotograflar/
http://www.leblebitozu.com/ahmet-hamdi-tanpinarin-siirleri/