Edvard Munch ve Hayatın Frizleri’ne Giriş

1902’ye kadar, Edvard Munch’ün yaşamında profesyonel hayatı, sağlığı ve aşk hayatı içinde bir kaos dizisi görülmüştür. Git gide yalnızlaşsa da, eserleri, ressam gibi duvarlarla karşı karşıya kalmaya uygun değildi. Aslında bu, neredeyse rastgele resim koleksiyonunun yaşam döngüsünün bir temsili haline geldiği ve Hayatın Frizleri olarak bilindiği yıl oldu.

Ana vatanında takdir edilmeyen eserleri Paris ve Berlin’de kendini göstererek Fransa ve Almanya’nın genç sanatçıları arasında Munch’a bir itibar kazandırmıştır. Bu nedenle, Munch’ün on yıl önce servetinde bir değişiklik gördüğü yere, Berlin’e geri döndüğü tespit edildi.

1892 Munch için önemli bir yıl olmuştu. Yeni inşa edilen Berlin’deki Architenhaus binasındaki ilk sergisi, çalışmalarını sergilemeye davet eden insanlar tarafından kapatılmıştı. The Verein (Berlin Sanatçıları Birliği) 11 Kasım’da olağanüstü bir toplantı yaptı Munch’ı, neden ilk başta davet edildiğine dair şaşkınlıkta bırakarak 120 ila 105 oyla sergiyi kapatmaya karar verdiler.

Max Marschalk, Munch’ın Berlin’deki Equited Palast’da sergisi, 1892 Aralık, Munch Müzesi, Oslo

Ancak genç üyeler davetli bir misafir için böyle bir hakarete katlanmaya hazır değildiler. Verein’in gelenekselci duruşundan kendi gruplarını oluşturmak için ayrıldılar: Berlin Ayrılması.

On yıl sonra, Munch bir kez daha Berlin’de izole bir hayat yaşamaya ve orada çalışmaya karar vermişti. Ancak, Ayrılma başkanı Max Liebermann ile geliştirdiği dostluğu hesaba katmamıştı ve Munch’a çalışması için açıkça etkileyici ‘Bir Dizi Yaşam İmgesinin Sunumu’ başlığını veren Max olmuştu.

Bu belirsiz başlık, Munch’a, 1890’da Paris’teki odansında, güzel “Saint Cloud’da Gece”yi yapması için ilham aldığı ve onları mantıklı bir anlatım düzenine göre yerleştirmesini sağlayan öngörüyü (vizyon) gördüğünden beri son on yılda üzerinde çalıştığı resimleri sergileme fırsatı da vermişti.

Munch’ün babasının öldüğü gece, onun için dönüm noktasıydı. O zamanda Saint Cloud’daki küçük bir odada oturuyordu. Neredeyse sefildi, aşırı derecede içkiliydi, pelin otundan kaynaklı halisülasyon görüyordu ve geçirdiği vizyonlar Munch’a “Saint-Cloud Manifestosu” olarak gelmişti.

Sue Prideaux kitabı Edvard Munch: Çığlığın Arka Planı’nda, Munch’ün günlüklerinden düşünce süreçleri hakkında bize bazı derin bilgiler veriyor. Günlüğünde şöyle yazmış Munch:

Daha fazla evlerin içinin, kitap okuyan insanların, örgü ören kadınların resimleri olmamalı.

Edvard Munch, Bahar, 1889

Gerçek insanların, nefes alan, acı çeken, hisseden ve seven insanların resimleri olmalı.

Bir zorunluluk hissettim – kolay olacaktı. Etin hacmi olacaktı – renkler canlı olacaktı.

Bundan sonra, nihayet tuval üzerinde babasının portresini yapabilirdi: Munch hakkında babasından daha fazlasını söyleyen muğlak tablo.


Edvard Munch, Saint-Cloud’da Gece, 1890, Nasjonalmuseet, Oslo’da

Yukarıdaki resim, tuvali saran koyu mavi melankolik bir palette tıpkı ay ışığının pencereden içeri girmesi gibi çarpıcıydı. Figür, belki gıpta ederek, ama daha çok yalnızlıkla, parlak Paris ışıklarına bakan pencerede oturmaktadır. Pencere çerçevesinin yansıması, yerdeki haç işaretini Munch’ün sahip olduğu inançlı yetiştirilme ile ilişkilendirerek bize sunar.

Tuval duyguların tuval içinden taşması belli bir buyrukta değildi, ama Munch sergi için papaz yardımcısının yanına gittiğinde, eserleri dört kategoriye bölebileceğini buldu: Sevgi Tohumları, Sevginin Çiçeklenmesi ve Geçmesi, Kaygı ve son olarak, Ölüm.

Yazının ikinci bölümünde Sevgi Tohumları, Sevginin Çiçeklenmesi ve Geçmesi, Kaygı ve Ölüm kategorilerini derinlemesine, tablolar üzerinden inceleyeceğiz. Bir sonraki yazıda görüşene kadar sanatla kalın. 

Kaynakça:http://www.dailyartmagazine.com/edvard-munch-and-the-frieze-of-life/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir