Divan edebiyatı; Osmanlı Devletinin coğrafyası içerisinde XIII. yüzyıl sonlarında başlayıp XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdürmüş, bu dönemde devletin siyasî gelişimine paralel olarak gelişmiş, zenginleşmiş, etkileyiciliğini günümüze kadar taşımış bir edebî gelenektir. Fars edebiyatının etkisi altında şekillenmiş, estetiğini İslami kültürden almış, tek kafiye üstünde bütün zenginliklerini göstererek mükemmeli yaratmayı gaye edinmiştir. Yedi asra yakın bir zaman geleneğini korumuş bu edebiyat, değişen bir zevk ve anlayışa rağmen bugün hâlâ okunan, kendilerini bir mükemmeliyet örneği kabul ettirmiş “hoş sadâ’’”ar ile gök kubbede bâkî kalacak tek şeyin güzel bir sadâ olduğunu hatırlatır.
XIV. YY NESÎMÎ
“Bezm-i ezelde içmişem vahdet meyinün cür’asın
Şol cür’adan kim tâ ebed sermest ü mahmur olmuşam.”
Bezm-i ezel ya da Bezm-i elest; Allah’ın dünyada hiçbir şey yok iken, daha dünya yok iken ruhları yaratıp huzurunda topladığı, onlara cemalinden küçük bir güzelliği gösterip “Elestü bi-Rabbikum (Ben sizin Rabbiniz değil miyim)?” diye sorduğu ve ruhların da “Belâ (Evet, elbette sen bizim Rabbimizsin)!..’’ diyerek Allah’ı tasdik ettikleri ezel meclisidir.
Allah, sufîlerin can bezmi (canların toplantısı) dediği ezel meclisinde, ruhlara kendi birliğinin şarabından içirmiş; şair, vahdet şarabının son yudumunu içerek kendinden geçmiştir. Dünyaya geldikten sonra bile hâlâ onun sarhoşluğunu yaşamaktadır ve o bir damla şaraptan ebede kadar aşkıyla mahmur olacaktır.
XV. AHMED PAŞA
“Canıma bir merhabâ sundu ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim.”
Sevgilinin gözü ezel gününde canıma bir merhaba sundu. Öyle kendimden geçtim ki (sonraki zamanlarda) başka hiçbir şeyin merhabasını duymaz oldum.
XVI. YY FUZÛLÎ
“Yılda bir kurbân keserler halk-ı âlem ıyd için
Dem be dem sâat be sâat ben senin kurbânınam”
İnsanlar bayram yapmak adına yılda bir kurban kesiyorlar; ben ise senin (vuslat bayramında) dakikadan dakikaya, saatten saate kurbanın olmaya hazırım.
“Mecnûn ile bir mektebi-i aşk içre okurduk
Ben Mushaf’ı hatmettim o ve’l-Leyli’de kaldı.”
Aşk mektebinde Mecnun ile sıra arkadaşı idik. Sonunda ben Mushaf’ı hatmettim ama o ‘’ve’l-Leyl’’ suresine gelince Leylâsını hatırlayıp heyecandan dili tutuldu ve okumaya devam edemedi.
BÂKÎ
“Gül gülse daim, ağlasa bülbül aceb değül
Zira kimine ağla demişler kimine gül’’
Güller daima gülse, bülbüller de hep ağlasa bunda şaşılacak bir şey yok, zira (dünyadır bu) kimine ağla demişler, kimine gül.
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.”
(Ey insan!) sesini şu dünyaya Davud Peygamber gibi duyur. Çünkü gökkubbede insandan geriye kalan yalnızca hoş bir sadâ (veya insanın güzel işlerinden bahseden hatıralar) dır.
XVII. YY NEF’Î
“Ne dünyadan safa bulduk, ne ehlinden recamız var
Ne dergâhı Huda’dan maada bir ilticamız var.”
Ne şu dünyadan bir safa bulduk, ne de dünyadakilerden bir beklentimiz var. Allah’ın yüce eşiğinden başka sığınacak bir yerimiz yok.
NÂBÎ
“İlim bir lücce-i bî-sâhildir
Anda âlim geçinen câhildir.”
İlim, sahili olmayan bir denizdir ve orada âlim olduğunu zanneden herkes cahildir.
XVIII. YY NEDÎM
“Güllü dîbâ giydin amma korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni.”
Ey nazla salınan sevgili! Gül desenli ipek kumaştan bir elbise giymişsin. Ama korkuyorum ki o elbisenin üzerindeki gül resminin, dikeninin gölgesi seni incitecek!
“Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü behâdır
Bir sengine yek-pare Acem mülkü fedadır.”
Bu paha biçilmez İstanbul şehri ki, dünyada bir benzeri daha yoktur. Onun tek bir taşına, İran diyarı baştan başa feda olsunlar.
ŞEYH GALİB
“Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir
Meyân-ı âşıkânda iştiharım varsa sendendir.”
Efendim sensin, dünyada azıcık itibarım varsa senden kaynaklanır. Âşıklar arasında şöhretim varsa o da senin hatırınadır.
(Şairin bu beyitte sözünü ettiği kişi Mevlânâ’dır.)
“Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş
Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş.”
Gül de gül fidanı da gül bahçesi de ırmak da ateş kesilmiş yanıyor. Yaratılış itibarıyla semender gibi olan âşık için lale bahçesi bir ateş olarak kafîdir. Âşık, her şeyin ateşten göründüğü bu manzara içerisinde korku hissetmez; aksine sevinir. Bu hâl ona, Hz. İbrahim’in düştüğü ateş gibi huzur verir.
XIX.YY YENİŞEHİRLİ AVNÎ
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik.”
Dünyaya gelişimiz ne mevki ne makam, ne de mal ve mülk peşinde koşmak için… Biz buraya bir sevgili (Allah) için âh etmeye geldik, o kadar.