The Truman Show, 1998 yılında Andrew Niccol tarafından yazılan, Peter Weir tarafından yönetilen ve günümüzde hâlâ konuşulmaya devam eden bir filmdir. Başrolünde usta oyuncu Jim Carrey’in yer aldığı film, bir insanın hayatını televizyon şovuna çevirme gayretini konu alıyor ve bunu ciddi bir medya eleştirisiyle anlatıyor. Hazırsanız, birçok sinemaseverin “en sevdiği film” olan bu öngörülü filmi birlikte inceleyelim.
Film, sinema dünyasının en yaratıcı senaryolarından birine sahip. Truman Burbank, kartpostalları aratmayacak güzellikte bir adada yaşamaktadır. Bu adada yaşayan herkes, çok mutlu bir hayat sürmektedir. Her ne kadar Truman için her şey normal görünse de aslında her şey bir simülasyon evreninden ibarettir. Onun eşi, arkadaşları kısacası etrafındaki herkes senaryo dâhilinde hareket eden kimselerdir ve yaşanan her gün reklam ve ürün yerleştirmelerle birlikte televizyonda yayınlanmaktadır. Herkesin tek bir amacı vardır: Truman Show’un kesintisiz devam etmesi.
Kameralar önünde doğan ve milyonlarca izleyicisi olan Truman, çocukluğundan itibaren etrafındaki insanlar tarafından evrenin yaşadığı yer olan Seahaven’dan ibaret olduğu, ötesinin olmadığı konusunda ikna edilerek büyümüştür. Bu hipergerçekliğe inanması için de her şey yapılmıştır.
Sorunsuz giden yaşamı, Truman’ın bir gün öldüğünü sandığı babasını görmesiyle başka bir hâl alır. İlerleyen günlerde de çeşitli gizemli olaylar yaşayan Truman, artık bir şeylerin ters gittiğini fark etmiştir. Sahip olduğu hayatın gerçek olup olmadığını anlamaya çalışır.
Truman üzgün ve asabi bir şekilde etrafında neler olup bittiğini sorgularken eşine:
‘’Neden benden çocuk yapmak istiyorsun, bana dayanamıyorsun bile.’’ diye sorar ve eşi Merly eline bir kakao kutusu alarak Truman’ın arkasında bulunan kameraya gösterir ve sanki Truman’a söylüyormuş gibi yaparak şunları söyler:
“Neden seni bu yeni içecek Mococoa ile iyileştirmiyoruz? Nikaragua Dağı’nın tepelerinden en doğal kahve çekirdekleri. Yapay tatlandırıcı yok.”
Truman:’’Sen neden bahsediyorsun, kiminle konuşuyorsun?”
Meryl:’’Diğer kakaoları da denedim, en iyisi bu.’’
Truman:’’Tanrı aşkına bunun bu olanlarla ne ilgisi var. Bana neler olduğunu söyle, neler oluyor?
Bu sahnede yine apaçık bir şekilde ürün yerleştirme yapıldığını görüyoruz. Truman artık kafasındaki soru işaretlerine bir cevap istemektedir.
Filmin sonuna geldiğimizde hipergerçekliği yıkarak gerçekliğe geçme şansını elde eden Truman, deniz fobisini yenip teknesiyle Fiji’ye gitme hayalini gerçekleştirmek üzeredir. Denizde her şeyin yaratıcısı Christof’un yarattığı yapay hava koşullarıyla mücadelesinin ardından nihayet istediği yolculuğa çıkar. Tam her şey yolundayken teknesi bir duvara çarpar. Bu duvar, simülasyon evreniyle gerçeği ayırıyordur. Duvara defalarca vuran Truman bu zamana kadar yaşamış olduğu tüm sahteliklere adeta isyan etmektedir.
Ayrıca bu sahnede René Magritte göndermesi de görmekteyiz. The Truman Show’un akıllara kazınan bu son sahnesinde, gerçeküstücü ressam René Magritte’ten esinlenilmiş. “Ay Işığında Magritte Mimarisi“, Magritte’in diğer pek çok tablosunda olduğu gibi gerçekliği sorguluyor; tablo bu yönüyle de The Truman Show filmiyle ortak noktada buluşmayı başarıyor.
Çıkış kapısına ulaşan Truman’ın gerçekliğe geçerken yaşadığı tereddüt ise sanki günümüz insanının düzenini bozulmasından yaşadığı korkunun bir gözlemidir.
Christof: ‘’Truman, konuşabilirsin seni duyuyorum.’’
Truman: “Kimsin sen?’’
Christof: ’’İnsanlara umut, eğlence ve ilham veren bir televizyon programının yaratıcısıyım.’’
Truman: “Peki ben kimim?’’
Christof: ’’Sen yıldızsın.’’
Truman: ’’Hiçbiri gerçek değil miydi?’’
Christof: “Sen gerçektin. Seni izlemeyi bu kadar güzel yapan da buydu. Beni dinle, Truman. Dışarıda, senin için yarattığımız bu dünyadan daha fazla gerçeklik yok. Aynı yalanlar ve aynı iki yüzlülük. Ama benim dünyamda korkacak hiçbir şeyin yok. Seni, senden daha iyi tanıyorum.’’
Truman: “Hiçbir zaman kafamın içine kamera koyamadın.’’Christof: “Korkuyorsun, bu yüzden gidemeyeceksin. Sakin ol Truman, seni anlıyorum. Bütün hayatın boyunca seni izledim. Doğarken seni izliyordum, ilk adımını attığında seni izliyordum. Okulunun ilk günü seni izledim, ilk dişini düşürdüğün bölümü. Sen gidemezsin Truman. Sen buraya aitsin. Konuş benimle, bir şeyler söyle. Tüm dünyada canlı yayındasın!”
Truman: “Olur ya belki görüşemeyiz; iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.”
Filmi bu kadar başarılı yapan şeyin, günümüzde yaşadığımız reklamlar ve ürün yerleştirmelerle dolu dünyamızı 1998 yılında bugünün öngörülerek çekilmiş olması diyebiliriz. İçerisinde çok ciddi medya eleştirileri barındıran film, insanı sorgulamaya davet ediyor. Sosyal medyanın önümüze sunduğu bu yaşamı sorgulamalı ve gerçeği Truman gibi hep aramalıyız. Filmin konusundaki başarısı bir yana, her zaman komedi rollerinde gördüğümüz Jim Carrey’in de bu kez bambaşka bir karakterle karşımıza çıkması ve inanılmaz başarılı oyunculuğuna da değinmeden geçmeyelim. Bu şahane yapıtı hâlâ izlemeyen kaldıysa, en kısa zamanda izlenmesini şiddetle tavsiye ederim.