Geçtiğimiz ay, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesinde, Nefaset Lokantası ve Musa’nın Uykusu kitaplarının yazarı Tuğba Doğan’ın konuk olduğu bir söyleşiye katıldım. Sohbet esnasında Doğan’a güzel bir soru yöneltildi: “Bazı vakitler olur sıkılır, tıkanır ve küçülen dünyasında hiçbir şey yapamaz olur insan. Bu kuşatıcı vakitlerin içinden siz, nasıl çıkarsınız?” Cevap, sorunun kendisi gibi güzeldi: “Yürürüm,” dedi Tuğba Doğan, “yürümek bana iyi gelmiştir hep.”
Bizi biçimsizleştiren ve bizi, kendimiz olabilme talihinden uzak düşüren bir zaman var. Bir parantez: Modern zamanlarda yürümek becerisi yahut yürüyememe trajedisi…
Modern zamanın hızlı temposunda yürümenin sırrına erişmek yahut o sırrı bulabilmek ne derece mümkün? Yarış hâlindeki iki kıskacın arasında kendisini arayan insan, yürümeyi nasıl keşfedebilir? Hızın peşinden koşarken hızla eriyen biz modern dokular, bu sorulara hemen yanıt veremeyiz. Adımlarımızı yavaşlatalım: Modern zamanda yürümenin yavaşlığına yetişebilmek bir beceridir. Günlük telaşların, anlık koşuşturmacaların, aceleci saatlerin arasında sessizliği, yalnızlığı, ritimleri fark etmiyor ve yürümenin zevkine varamıyoruz çoğu zaman. Yürümek, yalnızlık motivasyonuyla yola çıkan bireyin arzuladığı bir sessizlikse eğer bizi zinde tutacak şey, bu beceriyi yakalama motivasyonu olmalıdır. Sonsuz bir yolculuk tahayyülü ile yola koyulmak, o yolculuğun ritimlerini takip etmek, manzarayı bulmak ve onu yazmak bir beceridir.
Tuğba Doğan’a dönüyorum tekrar. Evet, yürümek iyi gelecektir çünkü insanın varoluşsal örgüsünü çözecek olan yürüyüş ritimleridir. Yürüyüş ritimleri gölgeleri seyreltir, düşünceleri diriltir, insana arzularını hatırlatır ve kaybetmek tedirginliğini unutturur.
Yürümek, insanın kendi içine yaptığı bu derin yolculukta ruhunun bütün pencerelerini açar ve kendi içine doğru eğilip bakmasını sağlar. Kendini, doğayı, tabiatı ve hayatı fark etmek, ölümü idrâk ve tecrübe etmek için insana verilen iyi bir fırsattır bu.
Üç Kitapta Yürümek ile merak duygumuzu zinde tutacak bir yürüyüş keşfine çıkıyoruz. Bu kısa gezintide takip edeceğimiz üç kitabımız olacak.
İlk Adım
“Pazartesileri, diyor Oehler ve tek başına yürümek zorunda olmak en dehşet verici durumdur.” (s.10)
Satırları arasında yürüyeceğimiz ilk kitap, yürümeyi düşünme edimiyle birlikte değerlendiren Yürümek · Evet kitabı.
Avusturyalı yazar Thomas Bernhard’ın ayrı yayımlanmış iki kitabı, ilki Yürümek (Gehen, 1971) ve ikincisi Evet (Ja, 1978), Yürümek · Evet’te birleştirildi ve Sezer Duru’nun çevirisiyle YKY tarafından 2009 yılında yayımlandı. 2021 yılında 5.baskısını yapan Yürümek · Evet, Karrer ve Oehler karakterlerinin düşünceli yürüyüşlerini anlatıyor.
Bu anlatıda, karakterlerin zihninde, düşünceyle birlikte yürümenin sınırı ve sonucu tartışılır. Yürümek, Karrer’in Rustenschacher’in dükkânında birdenbire delirmesiyle sonuçlanacaktır.
Kitabın ilk bölümü Yürümek, Karrer’in delirip Steinhof’a gitmesiyle başlar. Oehler, yalnızca çarşamba günleri değil pazartesileri de yürüyecektir artık. Yürüyüş arkadaşının değişmesiyle birlikte alışkanlıklarını da değiştiren Oehler, gezintileri sırasında Karrer’in gözlemlerini ve cümlelerini tekrarlar. Oehler ile Karrer’in yürüyüşlerine eşlik eden bir dizi düşünce vardır. Bu düşünceler, genellikle, Bernhard’ın Avusturya’nın toplumsal hayatına ve düşünce yapısına dair yaptığı tespitlerdir.
Yürümek · Evet’i okurken devamlı üzerimizde gezinen o baş döndürücü gölge, Thomas Bernhard’ın kullandığı üslup ve anlatı tekniğidir. Tek bir paragraftan oluşan ve ara cümlelerle genişletilen söylem, okuyucuyu zor ve yorucu bir üslupla karşılaştırır. Bu üslup birçok romancı tarafından takip edilmiş ve Bernhard tarzı farklı kalemlerde devam etmiştir.
“İkimizin de sürekli bir düşüncesi vardı.” diyor Oehler, Karrer’in huzursuzluğundan yakınarak. Yürümek’te düşünmeyi yürümeye ve yürümeyi düşünmeye çevirme fikri vardır. Yürüme ve düşünme kavramları iç içe geçmiş, biri diğerinin yerine kullanılabilecek yakın bir ilişkinin iki kahramanıdır adeta.
Oehler yürümenin, düşünceyi harekete geçiren bir eylem olduğunu söyler. Zira Bernhard’ın fikri bu yöndedir: İnsan, yalnızca yürürken gerçek anlamda düşünebilir, ilham bulabilir, varlığa dair yeni anlayış biçimleri kazanabilir. Ama Oehler’e göre neden yürüdüğümüzü düşünmemize gerek yoktur.
Gezintiye Başlamak
“Yürürken biri olmama özgürlüğünü yakalarız çünkü yürüyen bedenin tarihi yoktur.” (s.14)
Yürümenin Felsefesi’ne, “Yürümek spor değildir.” diye başlar Frédéric Gros. Yürümek, yalnızca bir sistem ya da sporcu ruhuyla tüketilen bir iş değildir. Gros’un tarifiyle yürümek sonsuz bir erteleme özgürlüğü sunar, bütün kısıtlamaları esnetir ve alışkanlıkların zincirini kırar.
Kendini ihmal eden insanın bütün meşguliyeti artık kendisidir. Yürümek, tabiatın ve ruhunun özgürlüğüyle tanışan insana kendisini sunacaktır.
Yürümenin Felsefesi’nde Nietzsche’nin, Rimbaud’un, Rousseau’nun ve Nerval’in yürüyüş hikâyeleri var. Frédéric Gros, bu hikâyeler arasında en incelikli anlatımı “rüzgâr tabanlı adam” Rimbaud için kullanıyor. Rimbaud’da yürüme coşku ve öfke hâlinde çoğu zaman:
“Hadi gidelim; şapka, palto, yumruklar ceplerde ve çıkıyoruz yola.” (s.47)
Yürümenin sunduğu erteleme özgürlüğüyle bir farkındalık çizgisine adım atar insan:
“Ne var ki bu özgürlük bir düşün farkına varmamızı sağlar: çürümüş, kirlenmiş, yabancılaştıran, içler acısı bir medeniyeti reddetmenin ifadesi olarak yürümek.” (s.14)
Gros için insan doğasına açılan derinliklerin mânâsını kavramak ve özün güzelliğini tatmak, telaşa kapılmadan yürümektir. Bizi biçimsizleştiren zamandan bahseder Gros. Yola, ayakların arzusundan güç alarak devam etmek zamanın gücünü kıracaktır. Bu da bir iyileştirme biçimidir.
Frédéric Gros’un yürümekten bahsederken flâneur’ün üzerinde durması, flâneur’lüğü ve onun yalnızlığını, yıkıcılığını metnin içerisinde detaylı olarak konumlandırması, Yürümenin Felsefesi’ni tamamlıyor.
Yürümenin Felsefesi’ni okurken ilgimi zinde tutan, “Yavaşlık”, “Kaçma Arzusu – Rimbaud”, “Sessizlikler”, “Sonsuzluklar”, “Melankolik Aylaklık”, “Kentli Flâneur” gibi başlıklar var.
İnsan sessizlikte yürür diyor Gros ve sıralıyor: Ormanların, gecelerin, seher vaktinin, yakıcı güneşin ve karın sessizliği vardır. Yürümek, saf bir duygu oluyor bu defa. Bu sessizlikten rüzgâr tabanlı adamla birlikte uzaklaşıyoruz. Yürümek, Rimbaud için eşsiz bir kaçıştır, bir “kaçma arzusu”dur.
Rousseau’nun düşü ise farklıdır:
“Yürümeden hiçbir şey yapmam, benim çalışma odam kırlardır. Masa, kâğıtlar ve kitaplardan oluşan bir manzara beni daraltır. Çalışma araç gereçleri bezginlik verir bana, yazı yazmak için masaya oturursam yazacak bir şey bulamam ve bir düşüncem olması gereği de beni tamamen düşüncesiz bırakır.” (s.62)
Flâneur, kalabalıklar içindeyken kalabalıktan uzak, gezintiye devam ediyor.
Yolculuğu Yazmak
Yürüyüşün üçüncü ve son adımı: David Le Breton’un Yürümeye Övgü’sü. İsmail Yerguz’un çevirisiyle 2003 yılında Sel Yayıncılık’tan çıkan Yürümeye Övgü, yürümenin yolculuk hâlini anlatıyor. Yürümek için “yeniden doğuş” diyor David Le Breton, yürüyüşü dünyaya ve manzaraya açılmak olarak tanımlıyor. Yürümeye Övgü’de yürümenin hâlleri: biriktirmek, keşfetmek, yenilenmek ve son olarak yeniden doğuş.
Yürümeye Övgü’de, Yürümenin Felsefesi’nden ayrı olarak yürüyüşün tinsel boyutu incelenir. Yürüme edimi tinsel bir gezintidir aynı zamanda.
Yolculuğu Yazmak diyor David Le Breton. Yazımın son bölümüne bu adı vermemin nedeni de bu: Yürüyüş, yalnızca adımların ânını yaşamakla kalmamalı, aynı zamanda sayfalarda gezinmesi gereken bir anlatı dizisi de olmalı.
Bana yolculuğu yazdıran motivasyon, elbette bu üç kitabın katkısıyla, yürüyüşle yenilenmenin heyecanı ve yürümeyi keşfedebilme arzusu oldu. Ulaşmak istediğim sonuç, yolculuğun özünü fark edebilmek, manzarada yeniden doğabilmek ve bu keşfin inceliklerini bellekte idrak edebilmekti.
Ve yol arkadaşım sevgili okur, benimle birlikte yürüdüğün için teşekkürler…