İki dünya savaşı arasındaki bunalımlı hâlin ürünü olan varoluş felsefesinin ortaya çıkmasında, yaşanan dünya savaşları ve metropolleşme etkili olmuştur. Varoluşçuluk, bu süreç içerisinde insanın “ne”liğini sorgulayan düşünürlerin düşünce hareketi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu varoluşçu felsefi hareketin edebiyata yansıması kaçınılmazdır. Edebiyatı araç olarak nitelendiren düşünürler, soyut olan felsefeyi edebiyat sayesinde ete kemiğe büründürmüşlerdir. Dünya edebiyatına etki etmeye başlamasının ardından Türk edebiyatında da varoluş felsefesinin izleri görülmeye başlamıştır. 1950 kuşağının yazar ve öykücüleri eserlerinde bu düşünce hareketinden beslenmişler; yabancılaşmayı, bunalımı, huzursuzluğu, kaygı ve korkuyu, intiharı bu bağlamda işlemişlerdir.
1950 kuşağı yazarlarından olan Vüs’at O. Bener’in eserlerinde de varoluş felsefesinin izleri görülür. “Bay Muannit Sahtegi’nin Notları”, varoluşçu bağlamda değerlendirebileceğimiz bir romandır. Romanda yer yer Sartre, yer yer Camus etkisi hissedilir. Semih Gümüş, “Kara Anlatı Yazarı” adlı çalışmasında Bener’in romancılığında özellikle Camus’nün saçma kavramıyla kurduğu ilişkiye dikkat çeker (Kurt, 2007: 302).
Hayattan kopukluk, yalnızlığa dayanıksızlık, başkasına yük olmak, yeryüzüne atılıvermişlik duygusu, iç sıkıntısı ve ölüm acısı bu romanın temelini oluşturan temalardır ve bu temalarda varoluş felsefesinin etkilerini görmemiz mümkündür.
Vüs’at O. Bener’in “Bay Muannit Sahtegi’nin Notları” adlı ikinci ve son romanı 1991 yılında yazılmıştır. Roman, merkezde yer alan Muannit Sahtegi’nin güncesinden oluşur. Muannit Sahtegi, evlat edindiği kızı Fatoş’un sevgilisi ile yurt dışına gitmesinin ardından tutmaya başladığı günlüğünü yeniden gözden geçirmeye karar verir. Yazarak “saçma’yı saçma kılmayı” dener (sayfa 10). Fakat romanın sonunda bu çabasının sonuçsuz kaldığını söyleyecektir: “Notlarımı okumayı içim kaldırmıyor, saçmayı saçma kılamamışım besbelli.” (sayfa 80). Yazmak da kızı Fatoş gibi onu hayata bağlayan şeylerden biridir. Sahtegi, kızı Fatoş’un yokluğundan dolayı duyduğu boşluğu yazarak var etmeye çalışır, elinden başka bir şeyin gelmeyeceğinin farkındadır:
“(…) kaydın Bay Muannit Sahtegi, yapma, seni konuşmak değil, yazmak kurtarır derken, yani günlük adı altında ilk üç beş tümcenin yazıldığı günden tam üç yıl sonra, yeniden başlamayı deniyorum.” (sayfa 9)
Beynine “yazdıkça kafa çatlatan sancılar girdiğini” söyler (sayfa 78) fakat “Yazmasam deli olacaktım.” diyen Sait Faik gibi hemen bir sayfa sonrasında yazmazsa oynatacağını söylemekten de kaçınmaz (sayfa 79).
Alkolik, kendi ile geçinemeyen, adı gibi inatçı (Muannit: Arapça inatçı), huzursuz, ölmek isteyen fakat ölmekten korkan biridir Muannit Sahtegi. Fatoş’un hayatına dahil olması ise ona beklediği ölümü erteletir. (Kurt, 2007: 328)
İntihar düşüncesi Sahtegi’nin sıkça düşündüğü fakat eyleme dök(e)mediği bir davranıştır. Daha romanın ilk cümlesinden bu intihar düşüncesini hissederiz: “Yine öldürgen bir intihar sabahı (…)” (sayfa 9). İntiharı düşünmekten ileri götüremez; ölmekten korkar, ölümü göze alamaz: “Canına kıyamaz, o kesin.” (sayfa 13), Sürekli öldüğünü düşünür. “Kendimi yok etmenin her çeşidini imgeledim sadece. Ölümüme yas tuttum.” (sayfa 22)
“En iyisi götiçi kadar mutfaktaki patlayacak da beni paramparça edecek korkusunu bir türlü yenemediğim piknik tüpünün düğmesini açayım sonsuza dek, yatayım ölüme, ne bu be!” (sayfa 71).
Fatoş’un varlığı ona ölümü beklemeyi erteletse de beklemekten tamamen vazgeçmez Sahtegi. Aslında onun ölümden korkmasına sebep olan da bu belirsiz beklentidir. Ölümün ne zaman geleceğinin bilinmezliği, her an her yerde oluşudur Sahtegi’yi korkutan, bu yüzden “saçma” bulur yaşam uğraşını. Sahtegi için Sartre’ın ifadesiyle her şey nedensizdir.
“Kendime biçtiğim yaşam sürecine bakıyorum da tümden saçma bulduğum şu uğraşı tepip defolup gitsem diyorum durmadan, lakin salt düşünü kurmakla yetiniyorum elbette. Galiba tepemi attıran da şu durağanlık, şaşkaloz beklenti. Perdenin ineceği an bilinebilse, insan kendi kendini programlayabilir (…)” (sayfa 58)
İnsanlardan uzak, toplumla ve bulunduğu ortamla uyumsuzdur Muannit Sahtegi. Bener, kahramanın uyumsuzluğunu soyadına da yansıtmıştır: Çevresiyle uyum sağlayamadığı ve bu yüzden kendini dürüst görmediği için “Sahtegi” soyadını uygun görmüştür kahramanına (Bener’den alıntılayan Şahin, 2006). Uyumsuzluğunu, “Ben kendi payıma, feryatlı, figanlı arabesklerle ruhumu besleyemediğim için uyumsuzlaştım.” diyerek ifade eder (sayfa 25) ama uyumsuzlaşmaması gerektiğinin farkındadır, bunu cümlenin devamında görürüz: “Doğrusu ayıp ettim, kendi başıma bok yedim, sizlerden ırak kaldım.”
Sahtegi, insanların ona acıdığını düşünür. “Ne acınır bana artık kimbilir?” (sayfa 27). Dahası kendi de kendisine acır, “umutsuzluk ağıtçısı” olduğunu iddia eder (sayfa 11). “Kendimi yönetmekten yoksun yapıma bakmadan, acımaya sarıldım. (…) Bana ben acıyabilirdim.” (sayfa 22) Kendine duyduğu acıma duygusu tiksinme ve iğrenme duygularını da beraberinde getirir: “Anlıyorum Bay Sahtegi, siz, tükenesi çirkinliği korunmaya değmez bir kelaynak, ses vermez plastik bir çıngıraksınız.” (sayfa 15)
Yaşadığı ev de kendi gibi karanlık ve pis bir evdir. Yaşadığı evden “in” diye bahseder (sayfa 22). Fatoş, Sahtegi ile yaşadığı zamanlar eve çeki düzen verse de evden elini çekmesiyle -İngiltere’den dönüşünde de babasının yanından ayrılarak ayrı eve çıkmıştır- ev de Sahtegi de eski hâline geri dönmüştür: “Kapkaranlık, pislik içinde yaşamak istiyorum, dokunma bana!” (sayfa 65) der kızına. Kızı onu bırakıp gittiği için, yalnız kalacağı için öfkelidir. Sitem eder Fatoş’a: “(…) kullanmadım zavallı ağırlığımı, çekip gittin, hem de iyice yorulduğumu sezmen gereken çağımda (…)” (sayfa 40). Fakat içten içe gitmesinin sebebinin kendi olduğunu bilir, kendini suçlar: “Niye gitti? Soruyorsun bir de…” (sayfa 22). Paragrafın devamında kızının gidişinden dolayı kendini suçlayarak kendine acır:
“(…) İkimiz de ödlek, zayıf insanlarız. Birdenbire çökmedim, çökerek bu günlere geldim, hiç kimseyi hele oncağızı suçlamaya kalkışmamalıyım. (…) Kendimi yönetmekten yoksun yapıma bakmadan acımaya sarıldım.”
Her yeni gün yeni korkuların, kaygıların habercisidir, bu da yaşamı katlanılmaz kılar. Yaşam katlanılamaz hâle geldiğinde ölüm daha çekici hâle gelir. Sahtegi, “saçma” bulduğu yaşamı katlanılır hâle getirmek için içkiye sığınır fakat yazmanın bir işe yaramayacağını bildiği gibi alkolün de bir işe yaramayacağının bilincindedir: “Alkol desteğinin işe yaramayacağını hep bilerek düzmece akıl yürütmeler yüzünden kurulmasını özlediğim insanca ilişkilerden bile geride durma savaşımı veriyorum.” (sayfa 64). Ayrıca romanda nobraksin (sayfa 9), diazem (sayfa 23), isodril (sayfa 53) gibi antidepresan-sakinleştirici isimleri de yer alır.
Korku ve kaygı romandaki baskın temalardır. Korkunun anayasal hakkı olduğunu düşünür (sayfa 43). Korkunç sancı birden göğsünün tam ortasına çöreklenir (sayfa 53), dayanılır gibi değildir. Bu korkunç sancı, Sartre’ın “bulantı” dediği durumdan başkası değildir. Bulantı, bireyin varlığın evvelce bir öze sahip olmaması koşullarıyla anlamsızlığını idrak edip yüzleşmesi durumunda tecrübe ettiği tiksinmedir. “(…) doğru da BEN nereden çıktım?” (sayfa 40) der. Varlığının anlamsızlığıyla yüzleşir Sahtegi.
Feride’ye yazdığı mektubunda özgürlüğün tutsaklık, tutsaklığın özgürlük olarak kavranabileceğinden bahseder Sahtegi (sayfa 77). Bu ifade Sartre’ın “İnsan özgür olmaya mahkûmdur.” ifadesini aklımıza getirir. (Sartre’dan aktaran Eskin, 2014)