Garip hareketinden sonra yeni bir şiir anlayışına ev sahipliği yapan Türk şiiri, “İkinci Yeni” tabiri ile 1955-1965 yılları arasında karşılaşmıştır. Daha önce denenmemiş üslubun, biçimin, içeriğin rastlandığı bu anlayış, döneminde büyük ses getirmiştir. İlhan Berk, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Edip Cansever’in öncülüğünde oluşan bu anlayış, ortak nitelikleri ile belirlenen bir akım olmamıştır. Şairlerin de daha sonradan belirtmesi ile anlaşılır ki bu hareket şairlerin birbirinden bağımsız olan hareketleri ile ortaya çıkmış ve sonrasında birleşmiştir.
Yazan: Büşra Usta
50’li yılların ilk yarısında çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan değişik tarzdaki şiirler, hem okuyucuyu hem de edebiyatçıları şaşırtmayı başarmıştır. Birbirinden dağınık başlanılan bu süreçte öncü şairler 1956’dan itibaren Pazar Postası’nda yazmaya başlayarak eleştirilere cevap verecek çok sayıda poetik yazı kaleme alırlar. Yine de saydığımız şairlerin her açıdan ortak bir şiir anlayışında buluştuklarını söyleyemeyiz.
İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri, dönemin siyasal baskıları, yoksulluk, ideolojik çatışmalar, yazar ve şairlerin aldığı baskılar, sanayileşme ve kapitalistleşme gibi daha birçok toplumsal etki, öncü şairlerin bireyselliğe yönelmesinin sebeplerindendir. Yoksul ailelerden gelen bu şairler, iyi bir çocukluk geçirmezler. Çoğu parasız yatılı okullarda okurlar ve taşra kökenlidir. Aralarında Ece Ayhan maddi açıdan en zayıf olan kişidir ve bu sebeptendir ki en muhalif, asi ve uç şair de odur.
Garip ve Toplumcu-gerçekçilere karşı çıkış da vardır İkinci Yeni’de. Söze, anlama ve geleneğe dayanan tüm şiirlere kafa tutarlar. Anlamca karışık, dilin deformasyona uğratıldığı, yalınlıktan uzak bir şiir karşılar okuyucuları. Batı’dan gördükleri gerçeküstücülük ve soyut resim anlayışını şiirlerinde bol bol kullanırlar. Freud’un da etkisi büyüktür. Basit ve yalınlık onlara göre değildir. Bilinci zorlayan, örtük, yeni imgeler içeren bu anlayış çoğu kez okuyucular tarafından anlaşılmaz. Fakat şairler de belirtmiştir ki İkinci Yeni şiiri anlaşılmak için yazılmamıştır.
Biçimsel anlamda da büyük değişikliğe gitmişlerdir. Dize başlarında küçük harf kullanımı, sözcükleri bitişik yazma, kelimelerde ünlü ve ünsüz düşmeleri yapma sıkça gözükür. Cemal Süreya’nın “Üvercinka” diye kullandığı, daha önce hiç duyulmamış şiir adı gibi birçok sözcüksel sapma yaparlar. “çapalı çarşı, babadan doğma, yarı gece” gibi alışılmış kelime gruplarını ters çevirmeyi çok severler. Dilbilgisel sapmalar, alışılmamış bağdaştırmalar ile muhteva bakımından zaten anlama uzak olan şiirlerini iyiden iyiye okuyucu ve edebiyat araştırmacıları için labirente çevirirler.
İlhan Berk’in “Saint Antoine’nın Güvercinleri” şiiri, İkinci Yeni’nin başlangıç şiiri olarak kabul edilir. Yedi bölümden oluşan şiirin üçüncü bölümü olan “Saint Antoine’ın Sevişme Vakti”ne bir göz atacak olursak şunları söyleyebiliriz:
Şiir, gerçeküstücü bir şiirdir ve bu akımın izlerini taşır. Şiirde kilisenin ve avlusunun daha önceki anlardan farklı olduğu anlatılır. Farklı görülmesinin sebebi ise şiirde bahsedilen “sevişme vakti”dir. O duygu hali ile etrafını yorumlar. Öyle ki güvercinlerin havalanışı dahi onun için buna işarettir. Eleni ve Lambodis’i iki sevgili olarak ele alırsak her şey bu iki kişinin etrafında şekillenir. Bahar gelmiştir, gökyüzü mavidir, karıncalar ve yosunlar bile bir başkadır. Sabah saatleri olduğunu da “her şeyin uyandığı bir saatte” dizesinden anlayabiliriz. Sevişmenin soyuttan somuta geçtiğini ise “bir kızın elleri elbisesine uzanmışken duracak” dizesinde görürüz. Hissettiği aşk ve duygu öylesine yoğundur ki etraftaki her şeye bulaşır. Bu aşk ile evliyalar, azizler ve hatta İsa’nın kendisi bile kiliseden kendilerini dışarıya atarlar. Pencereler, kapılar, tüm kilise paramparça olur ve birden kendilerini deniz kenarında bulurlar. Aşktan dolayı her şey büyür, şaire göre mavileşir. “Esmerlik” diye bahsettiği de gözlerin bu aşktan kapkara olması ve hatta bu duygunun kara sevdaya dönüşmesidir. Bütün bu olanlar, sevgilinin İstanbul’a gelişine hazırlık olarak düşünülebilir çünkü “annesinin memesini bırakmamak” büyüme ile alakalı bir tabirdir. Tüm bu düzen kaygısının da sebebi bu aşktır. Güvercinler bu yüzden uçar, gökyüzü bu yüzden parlaktır.
Katolik kiliselerde yasak olan cinsellik, şiirde gözler önündedir. İsa’nın kendini dışarı atması tabiri ile gerçeküstücülük tam anlamıyla yansıtılır. Uzun olsa da yayınlandığı dönemde barındırdığı farklılık ile şiire yeni bir soluk getirdiği aşikârdır. İçeresindeki soyut kavramlar ve manasız tamlamalar ile günümüzde dahi bir kez okunduğunda anlaşılmayacak, derin hisler barındıran bir şiirdir. İkinci Yeni’nin yapı taşlarından olan bu şiirin tamamını okumanızı tavsiye ederiz.
SAINT-ANTOINE’IN SEVİŞME VAKTİ
Bu gökyüzü
Her gün böyle değildir Saint-Antoine’ın üstünde
Belli sevişme vakti
İşte pencereler ilk kollarını açtı
Karıncalar yuvalarından çıktı
Yosunlar uyandı
Gerildikçe gerildi gökyüzü
Dikiş diken kız penceresinde ilk kez mutlu
Denize bakan evler kahveler ilk kez mutlu
Eleni hiç korkmamalı
Bütün güvercinler havalandı kimse korku nedir bilmeyecek
Her şeyim uyandığı bir saatte
Aşk başlayacak
Her şey duracak
Bir kızın elleri elbisesine uzanmışken duracak
Saint-Antoine ilk sandukasından çıkıp deniz kıyısı bir yere gidecek
Onunla tüm sandukalar, evliya resimleri, İsa’nın kendisi arkasından gelecek
Her şey yerini aşka bırakacak
Sandalye aşka
Pencere aşka
Saint-Antoine’ın tavanı bir başka tavana doğru yürüyecek
Kapı bir başka kapıya doğru
Hiçbir şey küçüleyim demeyecek
Daha bir büyüdüğünü göreceğiz gökyüzünün
Daha bir mavi denizi
Gözlerden gözlere bir esmerlik halinde o aşk gidecek
En güzel şarkılarla şimdi İstanbul’a gelen o
Şimdi herhangi bir yerde bir kızın elleri ağzı onun için büyüyor
Bir çocuk annesinin memesini onun için bırakmıyor
Saint-Antoine’ın güvercinleri
Onun için havada
Şiirde bu düzen kaygusu onun için
Bu gökyüzünün başka anlamı olamaz.