Woody Allen’ın 2011 yapımı Paris’te Gece Yarısı filmine gidiyoruz. Geçmişe meraklı bir senaryo yazarı olan Owen Wilson, kendini bir şekilde 1920’lerin Paris’inde bulur. Owen’ın karakteri Gil Pender’a göre 20’ler “düşüncenin altın çağı”dır. Seyahat boyunca Gil, “Âşıklar Şehri”nde önemli edebiyatçılar, besteciler ve oyuncular ile tanışır.
Çeviren: Betül Kap
Bu önemli sanatkârların arasından bildiklerimiz ve sevdiklerimizden bazıları F.Scott ve Zelda Fitzgerald, Hemingway, Gertrude Stein, Dali, ve Picasso. Bu karakterlerin tasvirinin havası, filmi tuhaf ama tarihsel kılan şeydir diyebiliriz. 1920’lerin sanatçıları ile başlayalım.
Canlandırma vs Gerçeklik
Konu Paris’te Gece Yarısı gibi filmler olduğunda karakter tasvirlerine ve olay örgüsüne temkinli yaklaşmak gerek. Allen’ın filmografisini de göz önünde bulundurduğumuzda şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor: Acaba sanatkârların canlandırılmasında bir abartı var mı? Yoksa film gerçeği mi yansıtıyor? Aynı anda ikisi de geçerli olabilir mi? Bu filmi bu kadar popüler yapan şey hem abartılı hem de gerçeğe dayalı olması mı? Büyük ihtimalle evet.
Pablo Picasso
Paris’te Gece Yarısı, 1920’ler: Filmde Picasso’nun Adriana isimli bir metresi var. Gerçek hayatta ise ressamın metreslerinin (evet birden fazla) kimler olduğu net değil. Picasso’nun hayat kadınlarından ilham perilerine kadar birçok metresi olsa da ünlü ressam yalnızca 2 kez evlenmiştir.
Salvador Dali
Paris’te Gece Yarısı, 1920’ler: Adrian Brody’i sürrealist ressam Salvador Dali’yi canlandırırken izlemek çok keyifli. Ünlü repliği hatırlayalım: “Görüyorum… Bir gergedan!” Allen’ın yönetmenliği ve Brody’nin bu eksantrik adamı canlandırması ortaya üst düzey bir iş çıkarıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki başarısızlıkla sonuçlanabilecek bu riskli iş hem Allen hem de Brody’e çağ atlattı.
Gerçek hayat: Adrian Brody’i kendine kilitleyen o çılgın gözler! Dali, tuhaflıkları ile tanınan çılgın bir adamdı. Hayal gücü ve garip temalarla dolu sanatı, ressamın ömründen daha uzun sürdü. Eriyen saatler, çöller ve tüm o psikanalitik temalar… Eserleri de en az kendisi kadar teatral!
Henri Matisse
Paris’te Gece Yarısı,1920’ler: Matisse, filmde Fransız aktör Yves-Antione Spoto tarafından canlandırılıyor. Spoto’nun filmdeki rolü oldukça marjinal.
Gerçek Hayat: Picasso ve Matisse ilk olarak Nisan 1906’da tanıştılar ve ömür boyu arkadaş (ve rakip) oldular. İkili ilk olarak Alice B. Toklas ile birlikte Gertrude Stein’ın salonunda bir araya geldi. Stein’in salonuna gidip gelen birçok sanatçı, 27 rue de Fleurus’nun duvarlarındaki tablolarda yerini alamamış olsa da Matisse bunlardan biri değildi. Matisse o dönemlerde Académie Matisse’de genç sanatçıları eğiten ünlü bir öğretmendi. Ne var ki 1917 yılında Paris’ten taşındı ve filmde yalnızca Işıklar Şehri’ni ve eski arkadaşlarını ziyaret eden biri olarak tasvir ediliyor.
Man Ray
Paris’te Gece Yarısı, 1920’ler: Tom Cordier’in filmdeki sahnesi kısa ancak unutulmaz. Sahneyi paylaştığı Dali’nin abartılı tavırları karşısında Man Ray, ciddi ve bir filozof gibi tasvir ediliyor.
Gerçek Hayat: Man Ray kariyeri boyunca farklı sanat türlerine merak sardı. Kübizm ve Dadaizm gibi soyut sanat formlarında eser verdi. Çoğu insan onu fotoğrafçılığı ile hatırlayacaktır. Ne yazık ki filmde Man Ray’in üzerinde pek durulmuyor, muhtemelen sadece 1920’lerin Paris’inde sanatçı ve yazarların çevresine dahil olduğu için filmde yer alıyor. Kendisinin “Rayografi” olarak adlandırdığı fotografisi fotoğraf çekmede kamerayı daha az kullanmak açısından ilgi çekici bir tartışma konusu olabilirdi. Filmde bu karakter hakkında keşfedilecek ve tasvir edilecek çok daha fazla şey olduğu kanaatindeyim.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Allen’ın filmi gerçeğe sadık kalırken aynı zamanda sanatkârların yaşamlarını ve karakterlerini yakından tanımamıza fırsat sunuyor. Bazı sanatkârlar daha derinlemesine ele alınırken bazıları yüzeysel kalıyor. Belki de bazı karakterler böyle derinlemesine tasvir edilmiş olmasaydı, film bu kadar keyif verici olmazdı.
Gil ve Adriana’nın bir sonraki zaman yolculuğunda görünen birkaç sanatçı daha var. Bu kez durağımız 19. yüzyıl Paris’inin Moulin Rouge’u. İkili burada Henri de Toulouse-Lautrec, Edgar Degas, ve Paul Gauguin ile tanışıyor. Fakat bu bir sonraki yazının konusu.