Mimari İnceleme: Ayasofya Camii, İstanbul

Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya; mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden sanat dünyası açısından önemli bir yer teşkil etmektedir.

Osmanlı Dönemi’nden yapılma bir resim

Tarihçe

Ayasofya; İmparator Justinianos tarafından bu dönemde yaşayan dönemin en iyileri olan iki önemli mimarı olan İsidoros ile Anthemios’a yaptırılmıştır. Tarihçilerin aktarımına göre, 532 yılında başlayan Ayasofya’nın inşaası 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Kilise 537 yılında büyük bir törenle ibadete açılmıştı.

Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olarak adlandırılmış, 5. yüzyıldan itibaren ise kutsal bilgelik anlamı taşıyan Ayasofya (Hagia Sophia) ismini almıştır. Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği, başkentin en büyük kilisesi olarak katedral işlevi görmüştür.

Ayasofya, tarihi boyunca birçok kez tahribata uğradı, en büyük zararı ise IV. Haçlı Seferi sırasında gördü. 1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler, Ayasofya’nın Hıristiyanlık için kutsal olan pek çok değerli eşyasını yağmaladı. Şehir, Haçlılaların istilasından ancak 1261 yılında kurtarılabildi.

1261 senesinde Bizans tekrar hâkimiyeti ele geçirdiğinde Ayasofya harap bir hâldeydi. Yağmalanan şehrin halkı, Ayasofya’yı tekrar diriltmeye çalıştılar. Fakat bu sefer de 1344 yılında yaşanan deprem, Ayasofya’nın ihtiyar vücudunu fazlasıyla yıprattı. Zor durumdaki devlet, bu güzel mabedini tamir ettiremediği için bir dönem ibadete kapatıldı. Halktan toplanan özel vergilerle ve bağışlarla 1354 senesinde tamir edilerek tekrar ibadete açıldı.

AYASOFYA’NIN KİLİSEDEN CAMİYE ÇEVRİLMESİ

1453 yılında Fatih Sultan Mehmet şehri fethettiğinde tam 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılan bu mabedin hayatında tertemiz ve yeni bir sayfa açıldı.

“İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300.)

Fatih Sultan Mehmet, şehri fethettiğinde kendisine ganimet payı olarak sadece Ayasofya’yı aldı. Kilise fetihten sonra bizzat Fatih’in imam olarak kıldırdığı ilk cuma namazı ile Sultan tarafından vakfedilerek camiye çevrildi.

Fethin Sembolü

Sultan I. Mahmut ise Ayasofya’nın güzelliğine güzellik katan sanat harikası bir şadırvan, sıbyan mektebi, aşhane-imaret, kütüphane ve yeni bir Hünkâr Mahfili ile mihrap inşa ettirdi. Böylece bir külliyeye dönüşen Ayasofya, tarih boyunca hiç görmediği bir özenle Osmanlı Devleti’nin en gözde mabedi oldu. 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, Türk milletinin nazarında daima fethin aziz bir hatırası haline geldi.

Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in (1451-1481) 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür. Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Doğu Roma, hem de Osmanlı Döneminde destek amacıyla payandalar yapılmıştır. Mimar Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda destekleyici payanda işlevi görmektedir.

Ressam: Gaspare Fossati

Ayasofya’nın kuzeyine, Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde bir medrese yaptırılmış, her dönemde bakım ve onarım çalışmalarından geçmiş, en kapsamlı tamir çalışması Sultan Abdülmecid Dönemi’nde (1839-1861) Fossati tarafından yapılmıştır. Bu onarım çalışmaları sırasında, daha önce mihrabın kuzeyindeki niş içinde bulunan Hünkâr Mahfili kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap yaldızlı korkuluklarla çevrili Hünkâr Mahfili yapılmıştır. Sultan Abdülaziz Döneminde Ayasofya çevresinin yeniden düzenlenme çalışmaları sırasında medrese 1869- 1870 yılları arasında yıktırılmış ve 1873- 1874 yılları arasında yeniden yaptırılmıştır. 1936 yılında yıkılmış olan Medresenin kalıntıları 1982 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

Aynı dönemde Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır.

Osmanlı Dönemi’nde, 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenmiştir. Mihrabın iki yanında bulunan bronz kandiller, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) tarafından Budin Seferi (1526) dönüşünde camiye hediye edilmiştir. Ana mekâna girişin sağ ve sol köşelerinde bulunan Helenistik Döneme (MÖ. 4.-3. yy) ait iki mermer küp ise Bergama’dan getirilerek Sultan III. Murad (1574-1595) tarafından Ayasofya’ya hediye edilmiştir.

Ayasofya Camisi, 1932 senesinde restorasyon amacıyla ibadete kapatıldı. Türk hükûmetinin izniyle ABD’li bir grup bilim insanı, Sultan II. Mehmet tarafından üzeri sıvayla kapatılan mozaikleri ortaya çıkarmak üzere çalışma başlattı. O sıralarda Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.

Mimari Özellikleri

Ayasofya’nın ölçüleri 100×70 m’dir. Yaklaşık 7500 m²’lik bir iç alana sahiptir. İki katlı bir yapısı vardır. 40 tanesi alt katta 67 tanesi üst katta olmak üzere içinde toplam 107 adet sütun vardır. Sütunların en uzun olanları yaklaşık 20 metredir. Sütunların yarıçapı 1,5 metre ve tahmini ağırlığı 70 tondur. Binada kullanılan sütunların çoğu, binadan daha eskidir. Bunun sebebi de sütunların Anadolu’daki çeşitli mabetlerden buraya getirilmesidir.

Bizans döneminde çöken kubbesi yeniden tamir edilmiş bu yüzden kubbe tam yuvarlak değil, elips şekline yakındır. İki farklı yarıçapı vardır. Kubbe çapı 30.80 ile 32.6 metredir. Kubbe yüksekliği 55.60 metredir.

Ayasofya; İstanbul’un günümüzde de hâlâ en büyük kilisesi olma özelliğini korumaktadır. İhtişamlı mimarisiyle ziyaretçilerini büyüleyen bu yapı, mimari özellikleri ile görenleri büyülüyor.

Ayasofya; bir orta nef*, iki yan nef, apsis**, iç ve dış olmak üzere iki narthekse^ sahiptir. 5.75 metre genişliğindeki bu yerin üzeri çapraz tonozlarla^^ örtülü ve dış nartheksten beş kapı ile 9.55 metre genişliğindeki iç narthekse geçilmektedir. Yapının görkemli kapıları meşe ağacından yapılma ve Bizans döneminin izlerini taşımaktadır.

Tunç kapı ise Tarsus’daki Hellenistik bir tapınaktan bu yapıya özel olarak getirtilmiş ve Ayasofya’nın en görkemli kapısıdır. İç narthexten dokuz farklı kapı ile mekânın asıl girişine girilmektedir. Ortada yer alan üç kapı imparatorun girişine ayrılmış olduğu için “2 İmparator Kapısı” adını taşımaktadır. Yerden 55.6 metre yüksekliğinde olan tuğladan yapılmış kubbe 40 kaburga ve 40 devasa pencereden oluşmaktadır. Yapının içindeki 107 sütundan 40’ı alt katta, 67’si galeride yer almaktadır. Duvarları kaplayan renkli mermerler Tesalya, Mısır, Euboia gibi yerlerden getirilmiştir. Beyazları ise Marmara Adası’nın ünlü mermerleridir.

Ayasofya, görkemli mimarisini süsleyen mozaikleriyle de geçmişte ve günümüzde dünya mimarisinde özel bir yer kaplamaktadır. Ayasofya’nın iç bölümünün altın mozaikli duvar resimleriyle bezeli olduğunu belirten kaynaklar var olsa da mozaiklerin tümü ikonoklazma yani resim düşmanlığı akımı sırasında ortadan kaldırılmıştır. Bu akımın sona ermesiyle 9. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak mozaikler yeniden yapılmaya başlanmıştır. Bu mozaiklerin üstü Osmanlı Döneminde sıvayla kapatılmıştır.

Ayasofya’daki figürlü mozaikler şunlardır: Vestibülden iç narthexe geçilen kapının üstünde, ortada kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem tahtta oturur biçimde betimlenmiştir. Meryem’in sağında kendisine kentin bir modelini sunan İmparator Constantinus, solunda Ayasofya’nın modelini sunan İmparator İustinianos ayakta dururlar.

Mozaik M.S 10. yüzyıl son çeyreğinde yapılmıştır. İç narthexin çapraz tonoslu tavanı İutinianos dönemi (527-565) mozaikleriyle süslüdür. Ayasofya’nın özgün mozaikleri olduklarından önemli ve değerlidirler. İmparator Kapısı üzerinde, süslü bir taht üzerinde oturan İsa, sağ eliyle kutsama durumunda betimlenmiştir. Sağ elinde ise açık bir kitap tutar. İsa’nın sağındaki madalyon içinde Meryem, sol yanında Cebrail’in büstleri yer alır. Apsis, kucağında çocuk İsa’yı tutan zarif bir Meryem figürüyle süslüdür. 9. yüzyıla ait bu mozaik, İkonoklazma akımından sonra Ayasofya’da yapılmış en eski figürlü mozaiktir. Güney galerinin doğu duvarında iki imparator ailesinin mozaikleri yer alır.

Buradaki pencerenin solunda: Kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem ve her iki yanında İmparator II. İoannes Komneos (1118-1143) ve karısı Macar asıllı Eirene betimlenmiştir.

AYASOFYA’NIN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle içinde ibadet edilemeyeceği için, halk, cami işlevini yitirdiği için üzgündü. İstanbul Sultanahmet meydanında yer alan Ayasofya günümüzde binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlıyor. Ancak Ayasofya’nın camiye dönüşmesini isteyenler, aynı Sultanahmet Camii gibi yabancılara yine kucak açabileceğini ama oranın diğer camiler gibi bir hüviyet kazanmasını istiyorlar.

Bazı kaynaklarda, İstanbul’un Fatih’inin; yani caminin ikinci sahibi Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’yı cami olarak vakfettiğinde şöyle bir beddua ettiği geçmektedir:

“Benim bu camimi camilikten çıkaranlar; Allah’ın, meleklerin ve bütün Müslümanların lanetine uğrasınlar! Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar! Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın!” (Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, s.131.)

*Nef: Kilise mimarisinde apsise dik yada paralel olarak yer alan ve birbirlerinden sütun yada paye dizileriyle ayrılan uzunlamasına mekanlara verilen ad.
**Apsis: Kiliselerde koronun arkasında bulunan ve camilerdeki mihrap kısmının karşılığı olan, tonoz ya da kubbe ile örtülü bölüm.
^Narteks: Erken hristiyan ve bizans bazilika ve kiliselerinde tipik olarak karşılaşılan, genellikle yapının batı yönünde bulunan giriş bölümü olarak tanımlanabilir.
^^Tonoz: biçimi alttan içbükey olmak üzere taş ve tuğlayla örülmüş, yarım silindir biçiminde tavan örtüsü.

Kaynakça: 1234

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir