İkonik olduğu kadar esrarengiz de olan Giovanni Arnolfini ve Eşinin Portresi, 1343 yılında Jan van Eyck tarafından resmedilmiş ve ardından birçok spekülasyona sebep olmuştur. Yarım yüzyıldan fazla bir süreden sonra bile bir sürü cevaplanmamış soruyla baş başayız. Sanat Tarihinde sıklıkla olduğu gibi, bu resmin arkasındaki tam hikâyeyi bilmesek de yapıldığı ilginç unsurlara bakabiliriz.
1395’den önce doğan ve 1441’de ölen Jan van Eyck, Bruges’da gömülmüştür. Sadece Flanders’ta çalışan bir ressam değil, aynı zamanda 15. yüzyılın en önemli sanatçılarından biriydi. Kökenleri ve sanatsal gelişimleri hakkında pek fazla bilgi bulunmayan ve çoğunlukla portreler ve dini konulardan oluşan resimleri, Ortaçağdan Rönesans sanatına bir geçişi temsil etmektedir. Tekniği inanılmaz derecede yenilikçiydi. Bir zamanlar söylendiği gibi yağlı boyayı icat etmedi, ancak kullanımını mükemmelleştirdi. Temperanın aksine, bir yağlı ortamın kuruması daha uzun sürer ve sanatçının yarı saydam boya katmanları oluşturmasını sağla. Bu şekilde daha ayrıntılı ve parlak bir görüntü üretilebilir. Jan van Eyck’in resimlerinin gerçekçiliği, tam olarak temsil edebildiği şaşırtıcı ayrıntı düzeyine dayanır.
Arnolfini Portresi
Bir erkek ve bir kadın özel bir odada, elleri aralarındaki boşlukta birbirine hafifçe dokunurken durmaktadırlar. Zengince giyinmişlerdir ve çevreleri zenginliklerini ve sosyal statülerini gösterir. Boyalı yüzey nispeten küçüktür (82×60 cm), ancak çok fazla bilgi içermektedir. Bu ikili portrede, sanatçının ayrıntılı çalışması sadece tekniğinde değil, aynı zamanda kompozisyon için yapılan her seçimde yatıyor. Odanın mimarisinden, kullanılan renklere kadar her şey özenle seçilmiştir.
Resim, uzunca bir süre, bir evlilik töreninin (ya da yakında evlenecek olan bir çiftin) temsili olarak görüldü. Şimdi, aslında karı koca oldukları anlaşılıyor, ancak kimlikleri hala bu tabloyla ilgili birçok gizemden biri. Erkek figür büyük olasılıkla (Giannino olarak da bilinen) Giovanni di Nicolao di Arnolfini’dir. Arnolfiniler geniş bir İtalyan tüccar ailesiydi ve aile üyelerinin çoğu o sırada Bruges’de yaşıyordu. Bu portredeki yüz, 1434 yılında 30’lu yaşlarının sonlarında olan Giovanni’ye, Jan van Eyck’in yaklaşık bir yıl sonra yaptığı ve kimliği belli olan bir portreye benzemektedir.
Ancak kadının kimliği daha büyük bir gizemdir. Bir süredir adının Giovanna Cenami (Arnolfini’nin ikinci karısı) olduğu düşünülüyordu. Daha yakın zamanlarda, bir belge ile onların 1447 yılında (bu portre yapıldıktan sadece 13 yıl sonra, aynı zamanda van Eyck’in ölümünden altı yıl sonra) evlendikleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca Giovanni Arnolfini, ilk karısı Costanza Trenta ile 1426’nın başlarında evlendi, ancak portre çizilmeden bir yıl önce öldü.
Yine de ölen insanların portrelerini sipariş etmek alışılmadık bir şey değildi. Bu, hakim olan yorum bu değil ancak bazı sanat tarihçileri kanıt olarak kadının ayaklarının dibinde duran köpeği işaret etmektedir. Mezar heykellerinde kadınların ayaklarına, köpeklerin konulması yaygın bir uygulamaydı çünkü onların, ölümden sonraki hayatta ölüye eşlik ve rehberlik ettiğine inanılıyordu. Bu nedenle, köpeğin resimdeki varlığı, onun ölümünü kabul etmenin bir yolu olabilir. Ya da sadece yaygın bir sadakat ve vefa sembolü olarak da görülebilir.
Çiftin kimliğinin ötesinde portre Jan van Eyck’in titiz çalışması ile, yeni ortaya çıkmış olan tüccar orta sınıfın sosyal tanınırlıklarını artırmak için portreler sipariş etmeye başlamasını resmetmektedir. Bulundukları odadan başlayacak olursak buranın, zengin bir tüccara ait konforlu, rafine ve modern bir konak olduğunu görüyoruz. Bu bir saray değil ve aristokrasi olarak geçmeye çalışmıyorlar – sundukları şey ölçülü bir lüks. Ev tuğladan olup duvarları sıvalı ve zemini tahtadır. Oda iyi döşenmiştir ve süslü oyma mobilyalar içermektedir. Yerde karmaşık bir Doğu halısı bulunmaktadır ama duvarlarda duvar halıları asılı değildir.
Sağda, yatak lüks kırmızı bir kumaş ile örtülmüştür; komodinin ve bankın üzerine kırmızı minderler serpiştirilmiştir. Solda, üstünde süslü vitray camları (kırmızı, mavi ve yeşil) olan açık bir pencere bir bahçe manzarası sunar. Dağılmış portakallar ise o zamanlar son derece pahalı olan taze meyveleri almaya güçlerinin yetebileceğini göstermektedir.
Çiftin kıyafetleri, gizlice sergilenen bu zenginlik fikrine katkıda bulunuyor; giysileri pahalı ve modaya uygun ama gösterişli değil. İkisi de (kadın iki yüzük ve kolye, erkek ise yalnızca yüzük) çok fazla altın veya değerli taşlarla gösterişli takılar takmıyor. Resmin geri kalanında olduğu gibi, fazla gurur veya kibir tuzağına düşmeden zenginliklerini ortaya çıkaran lüks, ayrıntılardadır. Kadının saçları modaya uygun, boynuz şekli verilerek mütevazı olarak toplanmış ve beyaz bir örtü ile örtülmüştür. Yeşil cüppesi o zamanın en pahalı pigmentlerinden biriydi. Etkileyici boyutu çok fazla kumaş (yün ve beyaz kürk, ayrıca yüksek fiyatlı malzemeler) gerektiriyordu. Cüppenin altında ise başka bir pahalı pigmentli renk olan mavi vardır. Çoğunlukla kraliyet ile ilişkilendirilen mavi rengini, parasının yetebileceğini çok aşırıya kaçmadan göstererek üzerinde taşımaktadır. İlk izlenimde öyle gözükmesine rağmen hamile değildir. Elbisesinin kumaşını vücudunun önünde tutma şekli ona hamileliği andıran bir hacim veriyor ama bu o zamanlar, hanımların cübbelerini tuttukları olağan bir yoldu. Bu, Kuzey Rönesans bağlamında kadın edeplerinin bir işareti olarak görülen yaygın bir pozdu.
Adamın giysisi koyu mavi tonlarda, kalın kumaşlı ve kürklü. Sanatçının, adamın giysilerindeki farklı malzemeleri nasıl temsil ettiğini görmek ilginç: erkek şapkasının (örgülü hasır) yapısı, tıpkı düz kumaş gibi kahverengi kürkten çok farklıdır ve gümüş manşetler kendine özgü dokulara sahiptir.
Dini Etkiler
Tavandaki avize birkaç nedenden dolayı dikkat çekiyor: van Eyck’in bu kadar ayrıntılı bir nesneyi temsili ve ışığın sarı metal üzerindeki yansıma şekli dikkat çekicidir. Ancak o zamanlar din ve inancın ifadesi önemli konulardı ve bunun avizede temsil edildiğini görebiliriz. İçinde yanan tek bir mum var – bu, yalnızca tek bir Tanrı’ya (Hristiyan Tanrısı) bağlılığı simgelemenin yaygın bir yoluydu.
Diğer bir dinî öge olan dışbükey ayna, resmin sonsuz spekülasyonlara yol açan unsurlarından biridir. İsa Mesih’in Çilesi‘nden sahnelerle süslenmiş olan ve çiftin arkasındaki duvarda bulunan ayna, sadece odayı ve çiftin sırtını değil aynı zamanda odaya giren biri kırmızı diğeri mavi giyinmiş iki adamın görüntüsünü de yansıtır. Üstünde, sanatçının ayrıntılı yazıdaki imzası şöyle diyor: “Jan van Eyck buradaydı. 1434”.
Belki de kapıdaki adamlardan biri Jan van Eyck’ti ve imzası, resmettiği sahnedeki varlığını öne sürüyordu.
Son yapılan teknik analizler ile resmin alt çiziminin aşamalar halinde yapıldığını biliyoruz. Önce iki figür, ana mobilyalar ve odanın temel mimarisi çizilmiştir. Van Eyck ancak daha sonra teriyeri, avizeyi ve sandalyeyi eklemiştir. Eskizlerinde ise çiftin yüzlerini ve vücutlarını değiştirmiştir. Ressamın tekniğine gelince, sadece fırçanın ucuyla değil, sapıyla da resim yaptığını biliyoruz. Bazen kendi parmaklarıyla bile resim yapmıştır (köpeğin bacağının gölgesinde bir parmak izi görülebilir).
Giovanni Arnolfini ve Eşinin Portresi bize değerli bilgiler ve dikkatimizi çeken ilginç unsurlar sunmaktadır. Bununla birlikte, aynı zamanda cevaplayamadığımız birçok soruyu da gündeme getiriyor – yine de yeni çalışmalar ortaya çıktıkça bazı sorular yakında cevaplanabilir, bu arada diğer sorular her zaman bir sır olarak kalabilir. Her iki durumda da, Jan van Eyck kesinlikle bize sanat tarihinin en ilgi çekici tablolarından birini bırakmıştır.