“Bu Ay Ne Okuyalım” serisinde bu aylık bir değişikliğe giderek size üç kitap önerisi ile geldik. Teması, genel itibarıyla yalnızlık ve tereddüt olan Türk edebiyatımızın üç başyapıtını bir araya getirerek sizlere inceleme yazısı sunmayı amaçladık. Hazırsanız başlayalım! İşte Odalarda, Korkuyu Beklerken ve Yalnızız adlı kitapların incelemesi.
Odalarda, Erdal Öz
” ‘Çok yalnızım, biliyor musunuz’ dedim. ‘Küçük yaşta alıştım bu yalnızlığa. Kişi bir kere yalnızlığın tadına varınca bir daha yakasını kurtaramıyor ondan. Ama yalnızlık da insanlar arasındayken güzel. Oysa benim kimsem yok.’ ”
Edebiyatımızdaki yerini 1960’da almış Odalarda romanı bir serüvenin, bir aksiyonun romanıdır diyemeyiz. Romanın olay örgüsü, isimsiz bir başkahraman ve tıpkı bir labirentmiş izlenimi veren odalar üzerine kurulur. İnsanı var eden farklı unsurları ve bu parçalanmışlığın psikolojik akislerini görebileceğimiz Odalarda romanı, bölünen parçaların birleşmesi olgusunu her ifadeyle var eder.
“İnsanın korkusu olmalı beyefendi,” dedi. “Korkmalı insan, ama korkusunun üstesinden gelmeyi de bilmeli. Korkusu olmak, korkak olmak değildir. Bakın şu kahvede oturan bu insanların hemen hepsi korkaktır. Bir korkaklar sürüsünün içinde yaşıyoruz. Bu insanların elinden bugünkü işlerini alın, hepsi de bir anda paniğe kapılırlar, dünyaları söner. Sanki onlara uygun tek bir iş vardır dünyada, onlar da onu nasıl olduysa bulmuşlardır. Aslında o edindikleri işlerini de doğru dürüst yapamazlar ya, neyse, onları işlerinden koparın, ölürler, inanın ölürler, korkudan ölürler, açlıktan ölürler ya da sürünürler.”
Erdal Öz’ün Odalarda romanında biraz Dostoyevski biraz da Camus intibaları dikkat çekse de roman Gogol’un ”Palto” isimli kitabından esinlenilerek yazılmıştır. Yazarımızın henüz gencecik bir delikanlıyken kaleme aldığı eserde ”ve” bağlacı hiç kullanılmamıştır.
”Ah, düşünmeden atılan ilk adımlar. O yanlış adımları geri almak için insanoğlu nelerini vermezdi ki. Bunun farkına vardığımız anda çoktan bir uzak adanın dönülmez kıyılarına çıkmışızdır bile. Üstelik zamanı geriye işletmek gibi bir güce de sahip değilizdir. Bu, biraz da zaman’ı geriye dönüşü olmayan bir kavram olarak kabul edişimizden geliyor. Bu ilk yargımızdan sıyırabilsek kendimizi, ‘zaman’ kavramına daha gerçek yeni bir anlam yükleyebilsek, belki bir şeyleri değiştirebilirdik.”
Elinize aldığınızda bir solukta okuyacağınız, okurken kendinizden ve hayattan çok şey bulacağınız ve bitmesini hiç istemeyeceğiniz ama çabucak bitirivereceğiniz bir roman Odalarda. Üstelik Erdal Öz ile tanışmak için harika bir seçim. Keyifli okumalar!
Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay
”Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? Bir kitaba yeniden başlamak gibi, sevmeye yeniden başlamak pek kolay sayılmazdı herhalde.”
Oğuz Atay’ın, 1970 sonrası Türk insanının yaşadığı bunalımı anlattığı Korkuyu Beklerken adlı eser 1975 yılında edebiyatımızdaki yerini almıştır. Eserimiz sekiz öyküden oluşur. Bu öyküler: Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup ve Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya. Atay, toplumdan kendini soyutlamış, yalnızlaşmış ve bunun neticesinde içselleşmiş problemleri olan kahramanları konu eder bu eserinde. Bunalımlı insanların bunalımlı öykülerini okuyacağımız Korkuyu Beklerken‘de anlatılan bireyler aslında hepimiziz.
”Ben ucuz bir romandım. Hayır, kötü bir edebiyatın bile bir gerçekliği vardı: Can sıkıcı taklitçilikleri bile benden gerçekti. Ben yoktum; hatta ben yokum, olmadım diyemeyecek bir yerdeydim; kelimeler bile yan yana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi. Ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı; bana ait bir cümle, bir düşünce olsaydı. Binlerce yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni içine alsaydı.”
Oğuz Atay’ın kahramanları kendi gölgelerinden bile ürker. Zihinlerinde sürekli bir ikilemin yer aldığı bu kahramanlar, yaşamak ile yaşamamak arasında ince bir çizgide sallanır dururlar. Çareyi kabuğuna çekilmek olarak gören kahramanlar, önce topluma sonrasında kendilerine bile yabancılaşırlar. İçine çekildikleri bu kabuk kimi zaman onları korusa da çoğunlukla ağır bir yüktür kahramanlarımız için. Sırası geldiğinde kırmak istedikleri bu kabuk ne yazık ki onlarla bütünleşmiştir artık. Umutsuzluk ve karamsarlık yazarın bütün öykülerine hâkimdir. Toplumun tutarsızlıkları, ikiyüzlülükler kısacası acı gerçekler bireyin iyiliğini yitirmesine sebep olur.
”İşte savaşmadan yenilmiştim. Fakat zararı yoktu: Bütün korkaklar gibi hem ölüyordum hem diriliyordum… On yüz bin canlı olmuştum.”
Okuduğumuzda kendimizden birçok şey bulacağımız bir eser daha işte! Bu kitabı okuduğumda kalbimde biraz hüzün biraz da buruk bir sevinç peyda oldu. Korkuyu Beklerken’de rastladığım buhranlı kahramanlarla zaman zaman aynı hissetmek hem hüzün hem de sevinç sebebiydi benim için. İyi ki yazdın Oğuz Atay, iyi ki hislerimizi böylesine derin ve manalı anlattın..! Keyifli okumalar!
Yalnızız, Peyami Safa
”Bak şu gül bile yalan söylüyor. Öyle taze bir duruşu var ki, manası: “Ben solmayacağım, ben ebediyim’den başka bir şey değil. Yarına kadar solacak halbuki. Yalan söylüyor.”
Yalnızız, Peyami Safa’nın son romanıdır. 1951 yılında yayınlanan eser, sadece Türk edebiyatında değil dünya edebiyatında da kendi türünde çığır açabilmiş bir romandır. Safa’nın uçsuz bucaksız ruh tahlillerine yer verdiği Yalnızız, karakterlerin temsil ettiği unsurlarla okuyucusunu daha çok içine çekmiştir. Madde ile ruhu, Doğu ile Batı’yı, idealizm ile materyalizmi temsil eden kahramanlar üç bölümden oluşan romanda bir çatışma içindedirler. Fakat bu çatışmalar, sonucunda kazanmak için değil, fikir savunmak adına gerçekleştirilir.
“Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım.”
“Sevgiliyi dışarıda öldürmek neye yarar, içimizde yaşadığı müddetçe?”
Aynı evde yaşamalarına rağmen bambaşka dünyalara ve fikirlere sahip karakterlerin üzerinden ruhunu arayan bir toplum resmi çizmeye çalışır Peyami Safa. Eserin kaleme alındığı döneme bakacak olursak Batılılaşma kıpırdanışlarının ardından meydana gelen uyumsuzluk sorunları, bireysel ve toplumsal kimliklerin arasında, kalabalıklar içinde binlerce ‘yalnız’ın peyda olmasına sebep olmuştur.
”Beni ona bağlayan hisse bir isim takamıyorum. Aşk değil bu. Dostluk değil. Dostluk ve ahbaplık gibi, zora gelince feda edilebilecek bir şey değil. Sevilmenin gururu var tabiî bu biraz da sevmektir. Aşka yakın bir sempati mi? Galiba. Çünkü aşk olsa, ona hürriyetimi feda ederdim; kuvvetli ve sempati olmasa, onu hürriyetime feda ederdim. İkisini de yapamıyorum.”
Üst kurmacanın buram buram kendini hissettirdiği bu romanda Simeranya adında bir de ütopya bulunur. Samim isimli kahramanımız gerçek dünyanın yükünü taşıyamadığında kendini defterine, Simeranya’sına yazarken bulur…
” Kaderinin şoförü sensin. Emin ol. Onu dram istikametinde sürme. Biraz gül, yahu! Değmez vallahi bu dünya.”
Üç mekân, üç çatışma ve üç şahsın yer aldığı bu üçlü gelgitin oluşturduğu Yalnızız romanı içinde yoğun bir melankoli, hüzünlü bir dram, trajikomik safhalar ve tabii ki yalnızlığı bolca hissedebileceğiz. Peyami Safa denildiğinde aklımıza önce en bilinen romanları gelir. Ama bana kalırsa Peyami Safa’nın, kıyaslamak elbette zor, en başarılı ve kusursuz romanı Yalnızız romanıdır. Bu romanla tanışınca ”en”lerimizin yer aldığı listeye yer açmak isteyeceğiz. Keyifli okumalar!
Kaynakça:
Öz, Erdal. Odalarda. Can Yayınları, 1960.
https://1000kitap.com/kitap/odalarda–1717/alintilar?s=en-begenilenler
Atay, Oğuz. Korkuyu beklerken. May Yayınları, 1975.
https://1000kitap.com/kitap/korkuyu-beklerken–548/alintilar?s=en-begenilenler
Safa, Peyami. Yalnızız. Vol. 5. Ötüken Neşriyat AŞ, 1940.
https://1000kitap.com/kitap/yalniziz–1245/alintilar?s=en-begenilenler