Satış rekorları kıran bir Orta Çağ gizemini anlatan “Gülün Adı” ile en çok roman satan yazarlardan birisi hâline gelmiş ve göstergebilimin gizli alanında çalışmalar yapmış İtalyan bilim insanı Umberto Eco, bir cuma günü Milan’daki evinde öldü. 84 yaşındaydı. İtalyan haber ajansı ANSA’ya göre, Eco’nun İtalyan editörü Bompiani yazarın ölümünü onayladı. Herhangi bir ölüm nedeni söylenmedi.
Umberto Eco 5 Ocak 1932’de İtalyan’nın kuzeybatısında bulunan sanayi şehri Piedmont bölgesindeki Alessandrai kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası Giulio, bir metal firmasında muhasebeci, annesi ise yine aynı firmada ofis çalışanıydı.
Umberto çocukken büyük babasının kilerinde yaşlı adamın Jules Verne, Marco Polo, Charles Darwin’in seçme koleksiyonlarını ve macera çizgi romanları okuyarak her gün saatler harcardı. Benito Mussolini’nin diktatörlük zamanlarında faşist bir üniforma giydiğini ve genç faşistler için yapılmış bir yazı yarışmasında birincilik ödülü kazandığını hatırlıyor.
Eco 2. Dünya Savaşı sonrası Katolik bir gençlik örgütüne katıldı ve ulusal bir lider olmak için yükseldi. 1954’de 12. Papa Pius’un muhafazakar politikasına karşı yapılan protestaların yapıldığı sırada göverinden istifa etti. Fakat, Eco 1956’da Turin Üniversitesinde Aziz Thomas Aquinas üzerine yazdığı tez ile kiliseyle olan güçlü bağını korudu.
Umberto Eco felsefe ve daha sonra da göstergebilimi öğretmek için Bolonya Üniversitesine gitti. Ayrıca ülkenin en ileri gelen dergisi L’Espresso’da popüler kültür ve siyaset üzerine haftalık yazdığı köşe yazılarıyla İtalya’da bir üne kavuştu.
Eco, bir göstergebilimci olarak kültürleri; onların kendi kelimeleri, dini simgeleri, bayrakları, giysileri, geleneksel müzikleri ve hatta çizgi filmleri gibi işaretler ve semboller aracılığıyla yorumlamaya çalıştı. Avrupa’nın en eski üniversitesi Bologna Üniversitesi’nde çalışırken bu konu üzerine 20’den fazla kurgu dışı kitabı yayımlanmıştır.
Fakat Eco, akademik hayatını popüler kurgu romanlarından ayırmak yerine yedi romanını birçok bilimsel meşgaleyle süsleyip donatmıştır.
Bu iki dünya arasında köprü kurmasına rağmen Eco, aslen Avrupa’da 1980’de yayımlanan ilk kitabı “Gülün Adı” kitabında yakaladığı başarıya hiçbir kitabında yaklaşamamıştır. Yaklaşık 30 dilde 10 milyondan fazla kopyası satıldı. (Jean-Jacques Annaud tarafından yönetilen ve başrolünü Sean Connery’nin oynadığı 1986 yapım olan Hollywood uyarlama büyük bir ilgi alamadı.)
Kitap 14. yüzyılda, Aristotle tarafından yazılmış uzun zamandır kayıp olan felsefi bir eseri gizlemeye karar vermiş keşişlerin kendi dindaşlarını öldürdüğü İtalyan bir manastırda geçmektedir. Bütün bölümleri Hristiyan teoloji ve sapkınlık tartışmalarına ayırmasına rağmen Eco, hareketli bir dedektif gerilimi ile okuyucu kitlesinin kitaba olan ilgisini çekmeyi başarmıştır.
Eco’nun baş kahramanları Orta Çağ’da kâhin bir haçlı askeri, 1600’lerde gemi kazası geçirmiş maceracı ve 19. yüzyıl fizikçisi olan daha sonraki romanlarında da okuyucuların çekici kurgusal hikâyeler ile birlikte semiyotik ruminasyonları yoğun bir miktarda almalarını istedi. Romanın keşiş dedektifi William of Baskerville adını Sherlock Holmes’un bir dosyası olan “Baskerviller’in Köpeği”nden almıştır. Roman, cinayet yanlısı bir manastırdaki soruşturmasında William’a eşlik eden ve Orta Çağ Dr. Watson’u gibi davranan genç bir acemi tarafından anlatılıyor. Bir başka edebi gönderme de, bu kez öykülerinden birini ansiklopedik bir kütüphanede kuran kör Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’e yapılıyor, Eco romanın kötü adamını Jorge de Burgos olarak adlandırıyor ve onu manastırın kör kütüphanecisi olarak tanımlıyor. De Burgos ve suç ortakları, mizahın rolünü yücelten sözde kayıp bir Aristotle cildinin ortaya çıkmasını önlemek için cinayetlerini gerçekleştirir. Katiller, kitabın Şeytan’ın bir aracı olduğuna inanıyor.
İkinci romanı “Foucault Sarkacı” kitabında, Eco kısmen 19. yüzyıl Fransız fizikçi Léon Foucault tarafından dünyanın dönüşünü göstermek
için tasarlanan bir sarkaçtan ilham alarak ayrıntılı bir komplo kuruyor. Kabala’ya, matematiksel formüllere ve Disney karakterlerine yapılan göndermelere rağmen, roman aynı zamanda dünya çapında en çok satan kitap haline geldi.
Eleştirmenler tarafından sıklıkla küçümsenen, ancak ağır düzyazılarına ve zor kavramlarına rağmen okuyucular tarafından bir solukta okunan Eco’nun bu modeli diğer romanlarında da kendini tekrar ediyor. The New York Times‘da Eco’nun dördüncü romanı “Baudolino”yu (2000) inceleyen Richard Bernstein, “Eco kadar kurnaz bir hikâye anlatıcısının nasıl bu kadar kalıplaşmış ve karmaşık bir roman ortaya çıkardığını merak etmenizi sağlayacak.” diye yazdı. Eco, Vogue’da 1995’de yapılan bir röportajda kolay okunan bir yazar olmadığını kabul ediyor:
“İnsanlar her zaman bana, ‘Kitaplarının okunması bu kadar zorken nasıl böyle kesin bir başarıya sahip olabiliyor?’ sorusunu soruyorlar. Bu soruya çok alındım. Böyle bir şeyi sormak bir kadına, ‘Erkekler nasıl sana ilgi duyabiliyor?’ diye sormak gibi bir şey.” diyor ve Eco alaycı bir şekilde ekliyor. “Şahsen ben, benim anında uyumamı sağlayan kolay kitapları seviyorum.”
12. yüzyılın dini anlaşmazlıkları ve savaşları arasında geçen “Baudolino”, Almanya’da tüm zamanların en çok satan ciltli romanı oldu ve dünyanın başka yerlerinde de ticari bir başarı elde etti.
Eleştirmenler, Eco’nun yüzemeyen İtalyan bir asilzadesinin tropikal Pasifik Okyanusu’nda bir yerinde bulunan batık gemisinde hayatta kalmasını anlatan üçüncü romanı “Önceki Gün Adası”na (1994) daha nazik davrandı.
The New Yorker’da bir eleştirmen, yazarın o dönemde Avrupa’nın felsefesi, siyaseti ve batıl inançları hakkında birçok anekdot ve açıklamaya atıfta bulunarak, “Eco, on yedinci yüzyılın takıntılarının abartılı bir kutlamasını yaratmak için tanıdığı Orta Çağları terk etti,” diye yazdı.
Houghton Mifflin Harcourt, Richard Dixon’nın çevirdiği bir Eco romanı olan “Numero Zero”yu yayımladı. 1992’de geçen hikâye, Mussolini’nin aslında 1945’te ölmeyip yıllarca gölgelerde yaşadığı iddiasıyla, medya siyaseti ve cinayet komplolarıyla dolu bir yeraltı dünyasına çekilen bir hayalet yazarın etrafında dönüyor. John Williams, The New York Times eleştiri yazısında, “Daha epik eserleriyle karşılaştırıldığında yalnızca bir eğlence gibi görünen bu ince roman, fikir ve enerjiyle dolu.” diye yazdı.
Eco’nun hem akademide hem edebî dünyada birçok savunucusu varken eleştirmenler onu hem bilge ağırbaşlılığından hem de romansı yetenekten yoksun olduğu için iki dünyada da reddettiler. Edebî biyografi yazarı Ian Thomsan 1999’da Guardian’da “Tesadüfler: Dil ve Delilik” adlı röportajında, “Eco’nun analizi için hiçbir kültürel eser sıradan ya da değersiz değildir.” diye yazmıştır. Eco’nun yanlış inanışların nasıl olduğuna dair deneme koleksiyonu tarihi değiştirmiştir.
İngiliz romancı Salman Rushdie, London Observer’da yazdığı iğneleyici incelemesiyle Eco’nun 1988’de yazdığı romanı “Foucault Sarkacı” ile “Şakadan anlamaz, karakterden yoksun, güvenilir bir sözden tamamen bağımsız ve birçok anlamsız laflarla dolu zihin uyuşması.” diyerek alay etmiştir.
2008’de New York’taki edebi bir panelde Rushdie ile birlikte gözüken Eco alaycı bir şekilde “Foucault Sarkacı”ndan bir şeyler okumayı seçti.
Eco hem entelektüel hem de popüler sınıfta evrensel bir süperstar olarak bu tür eleştirileri ağırbaşlılıkla kabul ediyor. 2002’de ikonografi ile bilimi birbirine yakın bulan bir Guardian gazetecisine “Ben Homer ve Walt Disney arasında bir fark olmadığını söyleyerek aşırı tutucu bir insan olmuyorum.” demiş ve eklemiştir, “Ama Mickey Mouse Japon Haiku’su bağlamında mükemmel olabilir.”
Latin ve Antik Yunanca’nın yanında beş dilde ders anlatabilen Eco, akademik tartışmalar, kitap turları ve ünlü kokteyl partileri için Atlantik’i dolaşmıştır. Haylaz, sakallı ve sigara tiryakisi olan Eco, Bolonya’da barlarda gece yarılarına kadar ucuz şarabıyla birlikte öğrencileriyle sohbet etmeyi severdi.
Eco ve Alman asıllı heykeltraş ve resim öğretmeni olan karısı Renate Ramge, Paris’te, Milano’da apartman tutmuşlar ve Adriyatik Denizi’nde Rimini yakınlarındaki tepede bulunan bir zamanlar Cizvitler’e ait olan 17. yüzyıldan kalma bir malikanede yaşamışlardır. İki çocuklarından biri olan Stefano, Roma’da bir televizyon yapımcısıdır ve diğer çocukları Carlotta ise Milano’da mimardır.
Eco, İtalya’nın en yüksek edebiyat ödülü olan Premio Strega‘yı aldı; Fransız hükümeti tarafından Chevalier de la Légion d’Honneur seçildi ve Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi’nin onursal üyesi olmuştu.
Bilim ile uğraşan akranlarını pop kültürü ünüyle rahatsız etmeye devam ederken, Eco ikili statüsünde bir çelişki görmedi.
“Kendimi hafta sonları roman yazan ciddi bir profesör olarak görüyorum.” dedi.