Biraz ışık, biraz ilham ve biraz müzikal renk eklediğinizde ne elde edersiniz? Dünyanın sanat hakkındaki düşüncelerini değiştirecek modern içeriklerin tarifini alabilirsiniz. Kasıtlı olsun ya da olmasın, sanatçıların birbirlerinin çalışmalarını nasıl geliştirdiklerine dair bir örnek için okumaya devam edin ve ünlü besteci Debussy ile İzlenimcilik (Empresyonizm) sanatının ortak yönlerini görün!
İlk fotoğraf 1826’da çekildi. Başlığı, Le Gras’daki Pencereden Görünüm. Bugün sahip olduğumuz son derece gelişmiş kameraları ve lensleri göz önüne aldığımızda bu fotoğraf pek bir şeye benzemiyor gibi gelebilir. Ancak tabloda ışığı yansıtma fikri (aslında Niépce, bu fikri “heliografi” olarak adlandırıyor.) sanatın akışını sonsuza kadar değiştirdi.
Fotoğraf yoluyla çevremizdeki dünyanın tam olarak yeniden yaratılmasını sağlayabiliriz. Bu durum sanatı, gerçekliğin tam bir yeniden üretimi olarak önemli işlevini değerlendirmeye ve onu değiştirmeye itti. Aslında 19. yüzyılda tüm dünya hızla değişti. Özellikle Sanayi Devrimi beraberinde refah ve zorluklar getirdi. Tüm bu dönüşüm her yerdeydi ama Fransa bununla çalkalandı.
EMPRESYONiZM
Hızlı bir şekilde 1874 Paris’ine gidelim. Orada dünya, sanatı daha önce hiç görmedikleri bir şekilde gördü. Claude Monet’in İzlenim: Gün Doğumu adlı tablosu ilk Empresyonist sergide gösterildiğinde tüm sanatlar için yeni bir dönem başladı.
Empresyonizm, varlığın gerçek ve nesnel yanını değil, sanatçıda uyandırdığı izlenimleri anlatma amacını gütmüştür. Bu izlenim, sanatçıdan sanatçıya değiştiği için, ortaya konan sanat yapıtı, onu ortaya koyanın kişiliğini yansıtır. Empresyonistler doğayı tam olarak kopyalamaya değil; izleyicinin anlayabileceği, etkileşime girebileceği ve kendileri için yorumlayabileceği unsurları kullanarak ona ipucu vermeye çalışıyorlardı.
“Empresyonizm doğrudan bir duygudur. Tüm büyük ressamlar az ya da çok empresyonistti. Empresyonizm esasen bir içgüdü meselesi…” Claude Monet
Duygular, neden bu sanatçı grubu için bu kadar önemli hâle geldi? Çünkü dünya çok hızla değişiyordu! Çağdaş görünen bir sanat yaratmak istediler. Empresyonistler, resimlerinde hızla değişen ışığın yeniden yaratılmasıyla, değişen yaşamlarının hızlı temposunu yansıttılar.
FAUN- ŞİİR
Bir Faun’un Öğleden Sonrası (The afternoon of a Faun), 19. yüzyıl Fransa’sının çok etkili bir şairi olan Stéphane Mallarmé tarafından 1876’da yazılmış bir şiirdir. Mallarmé için kelimelerin sesleri kadar anlamları da önemliydi. Fakat bu durum, Mallarmé’nin kelimeler üzerinde yarattığı oyunlar nedeniyle şiirlerini tercüme etmeyi zorlaştırdı. Ayrıca şiirlerinde alt metni de zekice kullandı böylece onun çalışmaları, kişinin sayfada gördüğünden daha fazlasıdır.
Uzun ve eksiksiz bir çalışmadan önce gelen bir başlangıçtan daha anlamlı ne olabilir? Bir öğleden sonraya ne dersiniz – gerçek bir günün ortasında öğle uykularının ve rüyaların kesiştiği o büyülü yer? Peki ya bir Faun – Yunan vahşi tanrısı Pan ile ilişkili efsanevi düzenbaz?
Bütün bu kombinasyon çok heyecan verici ve direnemeyecek kadar cazipti.
MÜZİSYEN
Claude Debussy, 1894’te orkestra için Senfonik bir şiir olarak adlandırılan, yaklaşık 10 dakika uzunluğunda ve müzik tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Bir Faun’un Öğleden Sonra Başlangıcı‘nı yazdı.
Johann Sebastian Bach’tan Mozart, Beethoven, Brahms ve diğer tüm büyüklere kadar uzanan klasik müzik geleneğinin müzikal formu vurguladığı gerçeğine hızlı bir şekilde atıfta bulunmadan bu parçanın gerçekte ne kadar farklı olduğunu tam olarak anlamak zor. Müzik formu, müzikal bir fikri düzenleyen yapıdır. Fugue, Minuet ve Sonata, müzikal form’un örneklerindendir. Zaten Romantik dönem boyunca, besteciler bu geleneksel biçimlerden ayrılmaya, önceden belirlenmiş türlerin hiçbirine benzemeyen daha bireysel ifadeler aramaya başlamışlardı.
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde ne elde ediyoruz?
Debussy’nin Bir Faun’un Öğleden Sonra Başlangıcı eseri ile yaptığı şey, müziğin gerçekte neler yapabileceğine dair olan düşüncelerin hepsini yıktı. Monet’nin doğayı ışık ve renkle ortaya koymaya çalıştığı gibi Debussy, müziği yeni ve heyecan verici yollarla “boyadı”. 1889 Paris Sergisi sırasında duyduğu Doğu müziğine dayalı yeni akorları ve yeni gamları tanıttı. Orkestra anlayışı da yenilikçiydi. İstediği etkiyi elde etmek için aletleri büyük veya küçük gruplar halinde kullanmakta özgür hissetti.
Avrupa geleneksel müziği, müzikal temalara ve bu temaların form, akor ilerlemeleri, ritimler, melodiler ve ahenkleri yoluyla gelişmesine dayanıyordu. Debussy’nin Faun’u bu temalardan hiç birini içermiyordu. Bu müziğin teması, enstrümanların gerçek sesidir – tınılarıdır, tıpkı Fransızca’da kelimelerin seslerinin içeriği kadar önemli olduğu gibi. Veya Mallarmé için şiir sesleri kelimelerin anlamı kadar önemlidir. Veya Monet için renkler, fırça darbeleri ve ışık, tıpkı güneşin sıcaklığının altında gerçekten duruyormuş gibi güneşin doğuşunu tasvir etmesi gibi…
Son Olarak
Son sözü Monet’e bırakıyoruz;
“İnsanlar, sanatımı tartışıp anlıyormuş gibi yapıyorlar sanki anlamak gerekliymiş gibi, oysa sadece sevmek gerekli…”
”Doğa’yı kavrayamasam bile onu takip ediyorum.””Sonunda, gözlerim açıldı ve doğayı gerçekten anladım. Aynı zamanda sevmeyi de öğrendim.” -Claude Monet