İran sinemasının en önemli yönetmenlerinden Asghar Farhadi şüphesiz ki sadece kendi ülkesinde değil, tüm dünyada adından söz ettirmeyi başarmış bir isim. Kariyerine birçok ödül sığdırmış olan senarist ve yönetmen Farhadi, 2016 yapımı The Salesman (Satıcı) adlı drama filmiyle izleyiciye derin, gizemli ve sorgulayıcı bir anlatım sunuyor. Arthur Miller’ın 1949 yılında yazdığı “The Death of a Salesman (Satıcının Ölümü)” kitabından uyarlanmış olan film, aynı zamanda Cannes Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ve “En İyi Erkek Oyuncu”, 89. Akademi Ödüllerinde de (Oscar) “Yabancı Dalda En İyi Film” ödüllerini almıştır.
Filmin başlangıcında Emad (Shabab Hosseini) ve Rana (Taraneh Alidoosti), Tahran’da bulunan evlerini kazı çalışması yapıldığı için çökme tehlikesi sebebiyle boşaltır. Çiftin bu arada Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” adlı eserini sahnelemeye çalışan tiyatro oyuncuları oldukları görülür. Tiyatroda birlikte çalıştıkları arkadaşları Babak’ın yardımıyla bir daireye taşınırlar. Daireye taşınmalarıyla birlikte artık onlar için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Çünkü çiftin taşındıkları daireyle ilgili bilmediği bazı gerçekler vardır. Rana bir gün evde yalnızken saldırıya uğrar ve film artık bambaşka bir seviyeye doğru ilerler. Yönetmen, bundan sonrasını tamamen gizemli bir hale büründürür ve izleyici artık sadece izleyici değil, “sorular soran” izleyici olur.
Filmde ışık unsuru, tiyatro sahneleri dışında oldukça normal ve doğal bir kullanıma sahip. Bu gerçekçi ışık tercihi de İran’ın asıl rengini ve ruhunu doğru şekilde yansıtıyor. Görüntüler ve oyunculuklar o kadar doğal ve abartıdan uzak ki bu, izleyicinin olaylardan etkilenmesini daha güçlü kılıyor. Teatral oyunculuklar yalnızca tiyatro sahnelerinde mevcut. Görüntü çekimlerinde genellikle filmin konusuna uygun olarak bir durağanlık var. Doğal, üst düzey oyunculuklar ve durağan görüntüler hikâyenin içine girebilme, hissedebilme, kendini karakterin yerine koyabilme konusunda oldukça büyük bir etken. Hele ki bir dram konusunu ele alıyorsanız bu gerçekçi uyum izleyiciyi bambaşka hislere sürükleyebiliyor.
Film, hâlâ tam olarak açıklanmayan dramatik meselelerle ilerlerken kadın-erkek bakış açısı etrafında etik, ahlâki ve sorgulayıcı bir tutum da sergiliyor. Karakterlerin dönüşümünü çarpıcı biçimde gösteriyor başarılı yönetmen. Rana başına gelen olaydan sonra içine kapanık, bunalımlı ve evde yalnız kalmaya korkar haldeyken eşi Emad ise; yardımsever, düşünceli birinden öfkesine hâkim olamayan, kendi erkekliğinin yaralandığını düşünen biri haline gelerek intikam almak isteyen bir adama dönüşüyor. Çiftin yaşanan bu kötü olayı atlatma serüveninde gelişen olumsuz değişimleri, gitgide birbirlerinden uzaklaşmalarına neden oluyor.
Filmde kullanılan müzikler Sattar Oraki’ye ait. Sonunda çalan müziğe ise ayrı bir parantez açacağım. Çünkü son sahnedeki duygu yoğunluğunu inanılmaz arttıran, ritmi kulağa çok hoş gelen bir müzik tercih edilmiş. Bazı filmleri müziğiyle hatırlar insan ve ben de The Salesman filmini derinlikli çarpıcı hikâyesinin yanı sıra, etkileyici hisler barındıran müziğiyle de hatırlayacağım.
Film insan ilişkilerine dair bir ayna görevi görüyor adeta. Asghar Farhadi, başına gelen kötü olaydan etkilenen bir insanın yaşadıklarını izleyiciyi de içine katarak yansıtıyor. Filmi izlemiş her insan “Acaba ben olsam ne yapardım?” diye düşünüyor ve kendini adalet, vicdan, ahlâk, kötülük, etik değerler, ceza gibi kavramları sorgularken buluyor. Farklı perspektiften bakarak herkesi haklı bulabiliyor izleyici. Film, kötülük karşısında ne yapılabilirliğin vurucu bir öğretisi gibi.
The Salesman, duvarları çatlak, yıkılmak üzere olan eski evde başlayıp yine bu evde bitiyor. Hikâyedeki hesaplaşmalar, sorgulamalar, vicdan muhasebesi, toplumsal ahlâki değerlerin insanı getirdiği duygu durumlarının tümü bu evde yaşanıyor. Sanki duvarların çatlaklığı toplumsal düzenin bir simgesi gibi. Rana’nın eşine bile asla tam olarak anlatamadığı, polise gitmek istemediği çünkü; ülkesinin adalet kavramına güvenmediğini anladığımız olay ise eşi Emad ile arasındaki bağı çatlatıyor. Artık onların da dışarıdan gelen etkinin içerideki huzurlarını yıktığına şahit oluyoruz. Tıpkı eski binalarının dışarıdan bir etkiyle çatlaması gibi. Yönetmenin burada anlatmak istediği, dış unsurların hayatımıza ne kadar etki ettiğini göstermek olabilir. Örneğin filmde Rana’nın başına gelenleri komşusunun Emad’a imalı bir şekilde, sanki daha yanlış şeyler olmuş gibi anlatması Emad’ı daha da rahatsız ediyor. Eşinin ruh halinden çok komşularının öyle düşünüyor olması onu daha da öfkeli birine dönüştürüyor.
Bu sarsıcı, izleyiciyi derinden etkilemeyi fazlasıyla başaran, sadelik içindeki derin hikâyeyi üstün anlatım gücüyle bizlere yansıtan Asghar Farhadi, bir kez daha bir filmine hayranlık uyandırmayı başarıyor.
Yararlanılan kaynak: http://filmloverss.com