Zülfü Livaneli’nin 2011 yılında dünyaya getirdiği nadide “Serenad” kitabından doğan bir karakter Maximilian Wagner. Bu yazımın özünü oluşturan hikâyenin başkarakteridir. İsminin uzunluğundan dolayı ona kitapta kullanılan kısaltılmış hitabı Max diye bahsedeceğim.
Max, seksen yedi yaşında Türkiye’ye geri döner. İstanbul Üniversitesi’nde hukuk konferansı verecektir. Onunla İstanbul’a geldiği zaman ilgilenecek kadın Maya Duran’dır. Max’in içinde kopan fırtınaları, yaşadığı hüzünlü aşkın varlığını yıllar sonra ortaya çıkaran Maya’dır. Ayna gibi yansıtır Max’in duygu durumlarını. Max, hukuk konferansını verdikten birkaç gün sonra Şile’ye gitmek ister. Maya, Profesör Max 24 Şubat’ta sabah saat dörtte yola çıkarlar. Şile’ye vardıklarında gün Max‘in yüreği gibi kurşuni renklerde aydınlanmaktadır.
Max’in Şile’ye gitmesi, inşası olmayan bir tapınağı ziyaret etmektir bir bakıma. Max yıllar önce kaybettiği güzel karısı Nadia’nın ruhunu anmaya ve ona veda etmeye gelmiştir. Max’in yaşlılıkla beraber hasta olan bedeninde dünyada harcayacak sayılı ayları kalmıştır. Ondandır ki bu ziyaret, mavi gezegende karısına yaptığı son ziyaretidir. Max onu Şile’ye götürecek araca bindiğinde Maya ile arasına dışında “für Nadia” yazılı bir kutu koymuştur. Bu kutu keman kutusuydu. Olmayan tapınağa söylenecek ilahinin notaları buradan gidecekti. Gri deniz, gri gök ve kurşuni notalarla soğukla titreyen Max’in yüreği Nadia’nın ruhu ile sarmalanmıştı.
İnşası olmayan tapınak Struma gemisiydi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sından kaçan 773 Yahudi mülteciyi Filistin’e götürmek için İstanbul’a geldikten sonra Şile kıyılarında Sovyet denizaltısı tarafından batırılan Struma gemisinin içindeydi Nadia.
1930’lu yıllarda Almanya’da olan Nazi baskısı ve Yahudilere yapılan işkenceler sonucunda Yahudi kimliğini daha fazla saklayamayacağını anlayan Nadia, kocası ile İstanbul’a gelmeye karar verir. İstanbul’a gitmek için trene binerler. Her şey başta çok iyi giderken treninin lokantasında oturan Wagner çiftinin kaderi, Max’in karısının başının ağrısı için ilaç almaya kompartımanlarına gitmesi ile değişir. Nadia’yı polisler trenden indirmişlerdir ve tren o duraktan hareket etmiştir. Nadia’sız İstanbul’a gelmek zorunda kalan Max’in ayrılığı ve imtihanı böyle başlar.
Türlü girişimler ve çokça çabanın sonunda Nadia aşkının yanına Struma ile gelmeyi umut ederek biner. Max’in ruhuna bahar renkleri gelmiştir. Nadia’nın gelişini sabırsızlıkla bekler. Lakin kader Nadia’yı İstanbul açıklarına getirir de bir Max’in kollarına ulaştırmaz. Wagner çifti hayatlarında hiç görmedikleri insanlar yüzünden ayrı düşerler. Devletler Struma gemisindeki insanları denizin üzerine hapseder. Kimse gemiden inemez. Aylar boyu İstanbul açıklarında kalan gemi bir sabah denize açılır ve Şile açıklarında patlatılır içinde hiç insan yokmuşçasına. Max bu patlamaya canlı canlı şahit olur. Max’in ruhu da Nadia gibi Karadeniz sularına gömülür.
Yıllar sonra geminin yok olduğu denize karşı ruhunu kırmızı acılara ve şefkate boğan “Serenade für Nadia” çalınır. Geminin bomba ile patlatıldığı gün 24 Şubat’tır. Yaşamının son 24 Şubat’ında titreyen kalbi ve yaşlı bedeni ile denize karşı dikilen Max, rüzgârdan yorgun düşer ve kaskatı kesildiğinde donan bedenini ölmekten Maya kurtarır. Max’i yakınlarda bulunan tek konaklama yeri olan pansiyona götürür lakin pansiyon yaz aylarında dolu olduğu için sobası yoktur ve Max’i ısıtabilecek tek çare Maya’nın ona tüm bedeni ile sarılmasıdır. Max ve Maya’nın arasında olan dostluk bu hayat kurtarma ile başlar. Max, gönlünün kapılarını dostça bir şekilde Maya’ya açar. Maya da tüm sıcaklığı ile dinler bu yaşlı kalbi.
Max’te anlıyorum ki aşk denilen duygu en kadim hislerden biri. Yüreğin en güzel yerine tahtını kuran bir sonbahar mevsimi gibi her şey solarken yapraklarda olan renk değişimi onları ağaçtan ayırmaya yaklaştırırken en güzel şekilde solarken yaşarlar. Aşkta böyleydi işte solarken en güzel hâlini geride bırakan.
Kaynakça
-Livaneli, Zülfü (2011). “Serenad”, İstanbul: Doğan Kitap.
–https://www.milliyet.com.tr/gundem/struma-nin-son-tanigi-1506998