Tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar, korkunç canavarlar ve melez yaratıklar, Antik Yunan mitolojisinin başkarakterleridir. Soyları, zamanımızın kurgusal ve fantastik yaratıklarının çoğuna ilham olmuştur. Şehrin girişini koruyan açgözlü Sfenksler olarak da bilinen tatlı sesleriyle denizcileri ölümlerine çağıran Sirenlerden, minik çocukların kanına susamış şeytanı Lamia’ya kadar birçoğunu sayabiliriz.
Çeviren: Zeynep Pınar Kayadibi
Kadın güzelliğini saf çirkinlikle birleştiren bu Yunan mitolojik yaratıkları, nesillerce sanatçıların hayal dünyalarını süslemiş ve tanınmış başyapıtlarını sanat dünyasına armağan etmeleri için onlara ilham kaynağı olmuştur. İşte en meşhur yaratıkları ve onlara adanmış ünlü sanat eserlerini sizler için derledik.
Arakne
Arakne, bilgelik ve zanaat tanrıçası olan Athena’yı dokuma müsabakasına davet eden yetenekli bir dokumacının ve bir çobanın kızıydı. Hikâyenin müsabakayı kimin kazandığına dair farklı anlatımlara sahip birkaç versiyonu mevcuttur fakat ne olursa olsun, sonuç hep Arakne’nin aleyhine çevrilmiştir. Ovid’in (MÖ 43) efsanesinde, zanaatında çok daha üstün olan Arakne Athena’yı yener. Fakat tanrıların ölümlüleri nasıl yanlış yönlendirdiklerini ve istismar ettiklerini tasvir eden dokuması Athena’yı ziyadesiyle öfkelendirir ve tanrılara hakaret ettiği ve onlarla kendisini karşılaştırma cüretinde bulunduğu gerekçesiyle kızcağızı bir örümceğe dönüştürür.
19. yüzyıl Fransız ressamı ve grafikeri Gustave Doré (1832-1883), Dante’nin (1265-1321) İlahi Komedya’sı (14. yüzyıl) için Arakne’nin işkencelerini tasvir eden bir gravür hazırlamıştır.
Sirenler
Yarı kadın yarı kuş, bu yaratıklar ilk olarak Homeros’un (MÖ 800-701) Odyssey‘inde karşımıza çıkmıştı. Büyüleyici sesleriyle denizcileri minik kıyametlerine neden olacak kayalara, kordonlara ve resiflere doğru sürüklemekte mahirdirler. Homer şöyle ifade etmiştir:
“En önce Sirenlere rast geleceksiniz; bunlar kendilerine yaklaşan bütün insanları büyüler. Biri bilmeyerek yakınlaşıp nağmelerini işitmiş olsa, vay haline! Karısı ve suçsuz evlatları bir daha yurtlarında görüp dönüşünün şenliğini yapamayacaklar çünkü Sirenler onu ahenkli nağmeleriyle büyülemiş olurlar: onların oturduğu çayırın kenarlarında etleri çürümüş insan kemiklerinden ve kalıntılarından yığınlar bırakırlar…”
Homer, Odyssey, XII.
Sirenlerin, bir başka meşhur mitolojik yaratık olan Deniz Kızlarının oluşumuna ilham vermiş olabileceği düşünülmektedir. 19. yüzyıl ressamı John William Waterhouse’un (1849-1917) tabloları, Yunan mitolojisindeki olayların romantik bir şekilde tasvir edilişiyle bilinir. Yaratıklar ne kadar dehşet verici olursa olsun, tablolarındaki kadınlar her zaman güzel ve zariftir.
Harpia (Harpy)
Harpialar da kadın başlı ve kuş gövdeli yaratıklardandır, ancak Sirenlere kıyasla çok daha korkunç ve şeytani olmalarıyla ünlülerdir. Tanrı Hades’in krallığı olan yeraltı dünyasının muhafızları olup insanları kaçırıp işkence edip ceza verme görevinin muavinleridirler. Herhangi biri aniden yeryüzünden kaybolduğunda Harpialar tarafından kaçırıldığı söylenirdi. Romalı şair Virgil (MÖ 1. yüzyıl) Harpiaları Aeneis‘inde şöyle anlatır:
“Dalgalardan kurtulduktan sonra beni ilk defa Strophades kıyıları karşıladı. Koskoca İonya denizinde yükselen bu adalara Strophades demiş Yunanlılar. Vahşi Celaeno, başka Harpia’lar oturur hurda, Phineus’un evi yüzlerine kapanalı beri, korkudan ilk sunulan yemeği bırakıp kaçalı beri; Tanrı gazabıyla yaratılmış bu varlıklardan ne daha meşum bir canavar, ne de daha vahşi bir bela çıkmıştır Styx’in sularından bir daha: Yüzleri genç kız yüzü gibi kuşlardı bunlar, karınlarından iğrenç pislikler akan, yüzleri açlıktan sapsan ve tırnaklan kanca gibi kuşlar…”
Virgilius, Aeneis III
Meşhur Çığlık tablosunu (1893) resmeden ünlü sanatçı Edvard Munch (1863-1944), aynı zamanda ürkütücü, esrarengiz ve mistik konulara ilgisi ile bilinmektedir. Aşağıda, pençelerini ölmüş bedene geçirmekte olan bir Harpia’yı tasvir eden bir tablo görmekteyiz.
Scylla
Ovid’in Metamorfozlarına (MS 8. yüzyıl) göre Scylla güzel bir okyanus perisidir ve deniz tanrısı Glaucus ona âşık olmuştur fakat Scylla ondan uzak kalabilmek için kurak bir diyara kaçar. Kahrı perişan olan Glaucus aşk iksiri yaptırma amacıyla Güneş’in kızı büyücü Kirke’ye gider. Kirke Glaucus’a âşık olur, intikam ve kıskançlıktan gözü döner, Scylla için öyle bir iksir hazırlar ki kendinin bile bakmaya dayanamayacağı korkunç bir mahlûka dönüştürür. O zamandan beri, Scylla bugünkü Sicilya açıklarında dar bir deniz boğazında yaşayıp gitmektedir ve akranı Charybdis de açık denizde onunla aynı kaderi paylaşmaktadır. Bu sularda kim yelken açarsa karşısına iki korkunç seçenek çıkacaktır: ya Scylla tarafından yutulmak ya da Charybdis tarafından gemi enkazı altında kalmak. Bu ölümcül ikili, Homer’in Odyssey‘inde karşımıza çıkmaktadır. Odyssey, Scylla’ya seçeneğini seçer ve altı adamını feda eder.
Peter Paul Rubens’in (1577-1640) tablosunda, korkunç olaylar baş göstermeden önce Scylla ve Glaucus’un karşılaşmasına şahit oluyoruz.
Gorgonlar
Gorgonların tanımı ile ilgili Yunan edebiyatında çeşitli rivayetler olsa da ilk kaynak onları zehirli yılanlardan müteşekkil saçları ile meşhur olan üç kız kardeş, Stheno, Euryale ve Medusa olarak tanımlar. Her kim gözlerinin içine bakma gafletinde bulunursa o anda taşa dönüşür. Kız kardeşlerden ikisi Stheno ve Euryale ölümsüz iken Medusa kahraman Perseus tarafından öldürülür. Efsaneye göre, Perseus’a tanrıça Athena tarafından bir kalkan ve Yunan tanrılarının elçisi ve habercisi olan Hermes tarafından bir tırpan verilmiştir. Perseus, Medusa’nın başını tırpanla kesip sadece kalkan üzerindeki yansımasına bakmıştır.
Medusa’nın bedensiz başı, sanat dünyasında ortak bir temadır ve aşağıdaki eserde şahit olduğumuz korkunç manzara Peter Paul Rubens (1577-1640) tarafından resmedilmiştir.
The Graeae
Gorgonlar aynı zamanda şimdi bahsedeceğimiz kahramanlarımız Graeae’ların da kız kardeşleridir. “Gri cadılar” anlamına gelen “greah” olarak da telaffuz edilen üç kız kardeşin isimleri Deino, Enyo ve Pemphredo’dır. Tek bir göz ve bir dişi paylaşan bu üç kardeş aynı zamanda geleceği de görebilmektedirler. Hepimiz onları popüler Disney animasyon filmi Herkül‘de (1997) çirkin yaşlı kadınlar olarak tanıdık. Bununla birlikte bazı rivayetlerde “beyaz yanaklı” veya “yarı kuğu biçiminde” olarak tanımlanmışlardır. Perseus efsanesinde, kahramanımız cadıların gözlerini çalar ve onları kız kardeşleri Medusa’yı öldürmesi için gereken üç önemli öğenin yerini söylemeleri için zorlar.
Klasik güzelliğin savunucusu ve İngiliz Pre-Raphaelite hareketinin bir üyesi olan Sir Edward Burne-Jones (1833-1898), aşağıdaki tablosunda kız kardeşlere çekici ve romantik bir görünüm vermiştir.
Momuslar
Momuslar, en meşhur efsanevi yaratıklardan biri olmasa da meşhur vampirlerin büyük büyük anneleridir. Yunan mitolojisinde ilk olarak sihir, şifalı bitkiler, hayaletler ve büyücülük tanrıçası Hekate’nin yoldaşları olarak tanımlanmışlardır. Momuslar, yaramaz Yunan çocuklarının peşinde olan dişi, vampir benzeri yaratıklar olarak tanımlanmışlardır. Ayrıca, genç ve yakışıklı erkeklerin etleri ve kanlarıyla beslenmek için güzel ve çekici bir kadın suretine büründükleri de söylenir.
Popüler kültürün en bilinen kadın vampirleri tartışmasız Bram Stoker’ın (1847-1912) arketip romanı Dracula’dır. Aynı zamanda 1992’de aynı adı taşıyan, yönetmen Francis Ford Coppola tarafından ekranlara uyarlanan film de es geçilemez. Ancak sanattaki en ünlü vampir tasviri hiç şüphesiz ünlü ressam Edvard Munch’in Vampir tablosudur. 1894 yılından bir nüshası, 2008’deki bir açık artırmada 38 milyon dolar’ın üzerinde getiri sağlamıştır.
Sfenksler
Sfenks, en yaygın tanımıyla, Mısır firavunlarının ihtişamlı piramitlerini koruyan, insan başlı ve aslan gövdeli bir mahlûktur. Ancak Yunanlılar, bu efsanevi mahlûku, kadın başlı, aslan vücutlu, kartal kanatlı ve kuyruğunda yılanbaşı olan hain ve acımasız bir canavar olarak edebiyatlarına uyarlamışlardır. Bir Yunan şehri olan Thebai’nin girişini muhafaza ederdi ve şehre girmek isteyen gezginlere bir bilmece sorardı. Cevabını vermeyen zavallıları diri diri yerdi. Ünlü İngiliz şair Oscar Wilde (1854-1900), baştan çıkarıcı fantastik bir şiir olan Sfenks‘i bu efsanevi yaratığa ithaf etmiştir.
“Odamın loş köşesinden bir ömür sürecekmiş gibi
Raks eden karanlığın ardından güzel ve sessiz bir Sfenks izledi beni göz kırpmadan […]
Yaklaş ey sevgili kethüda! Ne kadar durgun ne kadar endamlı güzel! Yaklaş bana zarif mahlûk yarı insan yarı hayvan! […]
İzin ver de bir kere dokunayım o fildişi patilere, devasa bir yılan gibi kavrayıp kıvrılayım o kadife pençelere […]
Kimlerdi âşıkların? Senin için tozda toprakta güreşen kimlerdi?
Şehvet damarına basan hangisiydi ey sevgili?
Kimlerle eğlendirdin her gece gönlünü?
Dev Kertenkeleler sazlıklarda önünde secde etmedi mi?
İhtişamlı metal kanatlarıyla dev grifonlar, yıllanmış kanepende sahip olmadı mı sana?
Taştan tuğladan Lycan mezarından çıkıp gelmedi mi o korkunç canavar, vahşi başı ve dehşet saçan alevleriyle rahmine bırakmadı mı harikalar? […]
Titretiyor rezil ve ağır nefesin kandildeki alevi ve hissediyorum çehremde gecenin ve ölümün rutubetli nemini.”
Oscar Wilde, Sfenks, 1984.
Lamia
Yunan mitolojisine göre Lamia, çok güzel bir kadın ve tanrı Zeus’un metresiydi. Zeus’un kıskançlıktan çılgına dönmüş karısı Hera, Lamia’nın tüm çocuklarını öldürüp onu başkalarının çocuklarını avlayan ve yiyen bir canavara dönüştürmüştür. Kadının fiziksel özelliklerine ve vuku bulan olaya dair farklı rivayetler vardır. Bazıları onu eteğinin altında bir yılan kuyruğu ile tasvir ederken bazıları John William Waterhouse’un tablosunda görüldüğü gibi koluna ve beline dolanmış yılan derileri ile betimlemektedirler. Aynı zamanda Momus’un kız kardeşidir. Gerçekten oturup düşündüğümüzde Yunan mitolojisi büyük devasa ve işlevsiz bir ailenin hikâyesi değil midir zaten?