Türk romanında 1950’lere kadar Batılılaşma hususu yoğun bir biçimde ele alınırken bu durum sonraki süreçte sınıfsal bir çatışma olarak tezâhür etmiştir. Berna Moran, bunun sebebini şu şekilde açıklamıştır: “Cumhuriyet döneminde güdülen politika zamanla sınıflaşmayı ve sınıf çatışmasını getirmiş ve böylece başka bir sorunsalın öne geçmesine neden olmuştur.” (Moran, 2001: 9). Tanzimat döneminde ve II. Meşrutiyet döneminde çatışan sınıfların olduğu gözlemlenmez. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk; çok yönlü bir ittifak sağlayarak, din adamlarını, eşrafı, bürokratları, solcuları yurdu işgalden kurtarmak gayesiyle tek bir çatı altında birleştirmiştir fakat savaştan sonra bu ittifak bozulmuştur. Bu incelemede, Kuyucaklı Yusuf romanındaki eşraf bağlamında toplumsal aksaklıklara, bürokrasinin yozlaşmasına ve bu meselelerin aşkı nasıl etkilediğine değinilecektir.
Yazan: Çağla Salihoğlu
Kuyucaklı Yusuf romanı, öncü bir yapıt olmasının şartını toplumsal yapıya yöneltilmiş dikkatiyle ezilen halka ve özellikle Anadolu’yu bu sorunsal ile romana getirmesiyle sağlamış olur. 1950’lerden sonra bu hususlar romanların iştigal olduğu meseleler olsa da 1937’de yayımlanmış olan bu roman, ilk örnek olma niteliğini taşımaktadır. Romanlarında İstanbul sınırını aşarak Anadolu’yu ele alan yazarlarımız vardı (Y.K. Karaosmanoğlu Yaban, R. N. Güntekin Yeşil Gece, H.E. Adıvar Vurun Kahpeye gibi) fakat bu romanlar Anadolu’yu ele alırken Batılılaşma bağlamında davranarak yobaz-aydın çerçevesinde ideolojik bir tutum sergilemişlerdir. Kuyucaklı Yusuf’ta toplumsal yapıdan kaynaklanan bir çatışma söz konusudur. Ezilen halkın, köylünün, işçinin karşısında bürokrasi ve eşraf vardır.
Romanda bir köylü çocuğu olan Yusuf’un şehir çevresine karşı yabancı hissedişini gözlemleriz. Romanda taşradaki yaşam biçimi mütemâdî kent-kasaba karşıtlığı içerisinde verilir. Bu karşıtlık, ahlâk ve yaşam biçimi olarak Yusuf ve Kaymakam Salâhattin Bey karakterleri üzerinden verilir. Yusuf; romanda saflığı, eğitimsiz bireyi temsil eder, Salâhattin Bey ise eğitimli, aydın kişiyi temsil eder. Yusuf’un arzusu Salâhattin Bey’in kızı Muazzez ile birleşip mutlu bir hayat sürmektir fakat bu hususta toplumsal meseleler devreye girer. Eşrafı temsil eden Hilmi Bey ve oğlu Şakir bütün gücü kendilerinde toplamaktadır. Şakir de Muazzez’e karşı ilgilidir. Tüm bu koşullara rağmen Yusuf, Muazzez ile evlenmeyi başarır fakat nihayetinde yine mutluluğa erişilemez.
Salâhattin Bey, romanda görevi için kentten taşraya gelmiş onurlu kalmaya çalışan bir bürokrat tipini temsil eder. Devlet görevlileri, taşrada genellikle eşrafla işbirliği içerisindedir. Eşraf sınıfı, zengin aileler ve diğer devlet görevlileri; bürokrata maddî anlamda yardım ederek bürokratın kendisine uymasını sağlar. Romanın ilk kısmında yazar bu durumu şu cümleyle açıklamıştır: “Şakir’in kendisine benzeyenlerden ibaret partisi vardı. Ne candarma, ne hükümet bunlara karışmazdı. Çünkü, parayı bolca oynatıyorlardı.” (Ali, 2018: 33). Bu paraya dayanan güç, ahlâki açıdan yozlaşmış olan Şakir’in lehine olur. Evlerinde çalışan Kübra’yı taciz etmeye çalışır fakat yaptığının cezasını alamaz. Onların eylemlerinde denetim serbestliği söz konusudur. Bürokrasinin cezalandırmaya gücü yetmez, cezalandıramaz bilhassa onların ceza alacağına kimse ihtimal dahi vermez.
Berna Moran’a göre Kuyucaklı Yusuf romanının temelinde doğal/yapay karşıtlığı vardır. (Moran, 2001: 34). Yusuf, kasabada daraldığı zamanlarda doğaya kaçar, doğayla arasındaki bağ çok iyidir. Romanda yapılan tasvirlerde de bu durum kendisini gösterir: “Bu, ağaç, minare ve kiremit kümesinin etrafını ayva ve diğer meyve ağaçlarından ve ova tarafında bağlardan ibaret açık yeşil bir çember sarıyor; onun etrafında da siyah yapraklı zeytinlerin daima kıpırdayan halısı göz alabildiğine uzanıyordu.” (Ali, 2018: 19). Kasabanın dışı (çemberin dışı); temizliğin, masumiyetin, doğallığın simgesidir. Bu doğallığı ve masumiyeti, romanda bize aşk duygusu da vermektedir. Yusuf ve Muazzez’in arasındaki aşk, kasabanın içindeki tüm yozlaşmışlığa, yapaylığa karşı doğallığı simgelemektedir. Doğallık; kasabanın dışında olduğundan Yusuf, Muazzez’i atla kaçırdığı gün de kasabanın dışına çıkar. Evliliklerini de kasabanın dışında yaparlar. Doğaya ilk kaçışlarında mutludurlar, evlenip kavuşurlar fakat ikinci kaçışlarında Muazzez yaralıdır ve ölüm, onları ayırır. Yazar; kurguda, bu iki kişinin aşkının bu şekilde bitmesinin ardında, toplumsal meselelere karşı bir sorgulama getirmek gayesini gütmüştür.
Yusuf ve Muazzez’in arasındaki aşkın, halk hikâyelerinde olduğu gibi engellerle karşılaştığını gözlemleriz. Yusuf da bu engelleri aşmaya çalışan bir konumdadır. Aşkı için karşısına çıkan her zorluğa göğüs germektedir. Yusuf’un mücadele verdiği çevre, eşraf sınıfının toplumda kural koyucu olduğu bir atmosferdedir fakat Yusuf bu otoriteye karşı çıkarken siyasî bir bilinç ile yaklaşmaz, yalnızca aşkı için mücadele eder. Yaşanan olumsuzluklar, aksaklıklar bağlamında bir karşı çıkış olduğu gözlemlenmez.
Kuyucaklı Yusuf romanının mühim noktasını teşkil eden husus, onun yalnızca Anadolu’ya karşı ilk gerçekçi bakışı sağlamasının yanı sıra Yusuf karakteri üzerinden ortaya konulan -kahramanın kendisi bunun farkında olmasa da- toplumda belli bir yapının oluşturduğu değer yargılarının ve fikirlerinin dışında davranmayı istemesidir.