Zamanımızın çoğunu evlerimiz ve bahçelerimizde geçirdiğimiz bu pandemi günlerinde Claude Monet’nin güzel evini ve bahçesini incelemenin yerinde olacağını düşündük. Monet, sanat tarihinin en güzellerinden olan tablolarını meydana getirmek için Giverny’deki (Fransa) bu evinden çokça ilham almıştı.
Çeviren: Betül Kap
Birkaç yaz önce Claude Monet’nin Fransa Giverny’deki evini ve bahçesini ziyaret etmeye giden araştırmacı Nina Relf, Monet için, “Tanıdığım diğer ressamlara kıyasla evinden ve çevresinden en çok ilham alan sanatçı. Bu pandemi günlerinde ressamın çevresini nasıl ilham kaynağına çevirdiğini anlamak ise daha kolay. Monet çevresinden aldığı ilhamı renk ve manzaraya olan bakış açımızı tamamen değiştirecek resimlere dönüştürmüş bir ressam.” ifadelerini kullanmıştır.
Monet’nin Giverny’deki Evi
Claude Monet, Fransa’nın Normandiya kentindeki Le Havre bölgesinde büyüdü. Burada manzara ressamı olarak ün kazandı. Kariyerinin başlangıcı olan 1862’de Paris’te resim eğitimi aldı. Açık havada resim yapma tekniği olan “en plein air” yani açık hava tekniğiyle resimler yapmaya odaklandı. Daha sonrasında bir süre Londra ve Paris’te yaşadı. En sonunda Paris’in 50 mil uzağındaki Giverny’e yerleşti. Buradaki sakin hava sanatçıya doğanın en özgün formlarını keşfetme şansı sundu ve Monet Fransız İzlenimciliği akımında bir öncü haline geldi.
Ayrıca Monet, 1883 yılından 1926’daki ölümüne kadar 43 yıl burada yaşadı. Evini zevklerine uyacak şekilde genişletti. Hem içinde yaşayabileceği hem de özgürce resim yapabileceği bir alan yaratmak istiyordu. Stüdyosu, eve bağlı olan ve kendi yatak odası ve banyosu bulunan ambarıydı. Burası ilham almak için ideal bir yerdi. Evi Manet, Cézanne ve Sisley gibi diğer empresyonist ressamların tablolarıyla dekore edilmişti.
Yukarıda Monet’nin ilk stüdyosunu görüyoruz. Bu oda daha sonra alıcıları, koleksiyonerleri ve eleştirmenleri ağırladığı bir sigara odasına dönüştü. Bugün bu stüdyoda sanatçının hiçbir orijinal eseri bulunmasa da evin her köşesindeki kopyalar Monet’nin sanatı hakkında önemli ipuçları veriyor.
Monet’nin Evi Oluşturması
Monet’nin evindeki her oda güzel bir şekilde dekore edilmiştir. Evin kendisi bile onun için sanatsal bir projedir. Her odada bir resmin özgünlüğü, rengi ve benzersizliği vardır. Mutfaktaki nesneler Monet içerisinde yaşarkenki halinin kopya edilmesinde yardımcı olmuştur.
Her odanın iç tasarımı Monet için bir yaratım yöntemiydi. Duvar kâğıdı, duvardaki resimler, mobilyalar, hatta her pencerenin manzarası gibi her ayrıntı dikkatle düşünülmüştü. Böylelikle evin kendisi bugün ziyaret ettiğimiz bir sanat eseri haline dönüştü.
Nilüferler Serisinin Doğduğu Yer
Monet, açık hava tekniğiyle resim çizerken vaktinin çoğunu yemyeşil ve çekici bahçesinde geçiriyordu. Bu bahçe onun en meşhur eserlerinden olan Nilüferler (Water Lilies) serisinin doğduğu yer olacaktı. Bu 250 yağlıboya tablodan oluşan serinin parçaları bugün dünyanın farklı galerilerine dağılmış durumdadır.
Bu nedenle, Monet’in Evi’ni ziyaret edenlerin nilüferleri görmek için hemen köprüye akın etmesi şaşırtıcı değil. Eve taşındıktan 10 yıl sonra sanatçı, Asya etkileri taşıyan bir gölet oluşturmaya karar verdi. Bunu başarmak için gelen suyu bölgedeki bir nehirden ayırdı ve tam olarak istediği görünümü yaratmak için çiçekler, çalılar ve ağaçlar ekledi. Böylece bahçenin kendisi bir sanat eseri haline geldi.
İkonik Köprü
Tıpkı nilüferler gibi göletten geçen bir köprü de Monet’nin tablolarında tekrarlanan bir detaydır. Monet’in bu köprünün ikonik hale gelip gelmeyeceği hakkında bir fikri olup olmadığını merak ediyoruz. Ressam 1895 yılında bu Japon tarzı ahşap köprüyü seçti ve evini ziyaret edenler bugün hala bu köprüyü kullanabiliyor. Köprü detaylı en ünlü tablolar bugün Londra’da Ulusal Galeri’de ve Washington’da Ulusal Sanat Galerisi’nde sergileniyor.
Monet 72 yaşında her iki gözünde de katarakttan mustaripken bile ortaya güzellikler koymaya devam etti. 1905 yılından itibaren yaşadığı görme problemleri ona eşsiz bir renk algısı verdi. Sanat tarihçileri genellikle Monet’nin eserlerini mavi dönem ve kırmızı dönem olarak ayırır. Bugün bizler ise Monet’yi renklere karşı olan yaratıcılığı ile hatırlıyoruz.
Evi ve bahçeyi ilham kaynağı olarak kullanması
Sonuç olarak, birkaç aydır evlere kilitlenmiş durumdayız. Bazı insanlar bir bahçeye sahip olacak kadar şanslıyken bazıları pencereden bakmakla yetiniyor.
Monet’nin evini ve bahçesini kullanma biçimine hayran olmamak elde değil. Ressam, hayatının büyük bir kısmını bu alanı oluşturmaya adadı. Daha sonrasında bu alan, sanatının temeli oldu. Yani diyebiliriz ki ihtiyacı olan ilham tam da kapısının önündeydi.
Karantinanın çoğumuz için devam ettiği bu zamanlarda aslında çevremizdeki en temel yapılardan bile ilham alabiliriz. Bu karantina sürecinden sonra doğayı hiç olmadığı kadar taktir edeceğimiz kesin.