Telefonunuzdan bir kitap okuyorsanız, 900’den fazla sayfaya kadar uzanan bir kitap bulmak kolaydır. Ancak kağıt üzerinde 900 sayfa? Bu başka bir şey. İşte tüm bu zamanı ve dikkati hak eden dokuz uzun roman.
Karamazov Kardeşler
Uzun soluklu Rus romanların karakterlerini akılda tutmak zor olabilir fakat Einstein, romanın yazın dünyasındaki en büyük başarılardan biri olduğunu söylediği gibi bu büyük roman ona dair bütün eksileri silip götürüyor. Romanlarında vicdan ve adalet meselelerini sıklıkla konu edinen Dostoyevski, ölümünden kısa bir süre önce bitirdiği son eseri Karamazov Kardeşler’de inanç ve Tanrı üzerinde durur. Tuğla kalınlığındaki bin sayfayı aşan uzun roman, okumak isteyenlerin gözünü korkutsa da destansı ve insanı içine çeken yapısı ile rahatça okunuyor. Önceki eserlerinde de Tanrı ve inanç konusuna yer vermekle birlikte, Karamazov Kardeşler tam anlamıyla psikoloji, felsefe, din, inanç, ahlâk, vicdan ve Tanrı ile doludur. [1]
Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Harry Potter ve Ölüm Yadigarları, bir film olarak iki parçaya bölünmüş olabilir. Ancak Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı, J.K. Rowling’in en uzun serisidir ve yaklaşık 900 sayfadan oluşur. 2003 yılında basılan beşinci Harry Potter kitabıdır; aynı zamanda, ikinci filmden bir yıl sonra çıkmıştır, bu da dünyanın tam bir Potter çılgınlığına sahip olduğu anlamına geliyordu. New York Times’taki bir eleştirmen bile bu uzun romanı “her yönden zengin ve tatmin edici” olarak tanımlamıştır.
Gurur Dünyası (Vanity Fair)
William Makepeace Thackeray; Charles Dickens olmasaydı Dickens’ın şöhretinin ve servetinin yerine geçecek bir romancıydı. Ama Dickens vardı ve Thackeray sonsuza dek onun gölgesinde kaldı. Yine de zengin detaylarıyla, anlatım biçimi ile ve garip Becky Sharp ile dolu Vanity Fair, Thackeray’ı bize hatırlatan nedenlerden biriydi. Orijinal olarak 1847’den 1848’e kadar parça parça yayınlanan romanı, bugün 900 sayfanın hemen hemen üzerinde olarak yayınlanmaktadır. Fakat Türkçeye çevrilen kitabın farklı yayınevlerinde “kısaltılmış” veya “çeviriden kaynaklı” 600 sayfa civarında olduğuyla karşılaştık. İngilizcesine güvenenlere orijinal dilinden okumalarını tavsiye ederiz.
O (It)
Küçük bir Amerikan kasabası olan Derry’yi diğer kasabalardan farklı kılan şey, kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratığın, insanları kendi karanlık dünyasına çeken esrarengiz bir gücün varlığıdır. Bu korkunç yaratıkla uzun yıllar önce savaşıp ardından kasabayı terk eden ve kendilerine yeni bir hayat kurmuş olan yedi çocuk, artık birer yetişkin olmuş ve yaşadıkları dehşet dolu günleri unutmuşlardır. Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür artık. (arka kapak)
Kocaman bir kitap. 1216 sayfa olması yetmiyormuş gibi birde puntoları çok küçük. Kimi yerde geçmiş olayları anlatıyor kimi yerde ise güncel olaylara geri dönüyor. Bunların yanı sıra gazetelerden olay yazıları dahi var. Kasaba geçmişi, olayların gerekli gereksiz ayrıntıları, karakter anlatımları hepsi muhteşem ve size merak ettiğiniz tüm detayları bir bir veriyor. İlk 100-150 sayfasını karakterlere ayrılmış. Çok fazla ayrıntı kimisine göre muhteşem bir şeyken kimisine göre ”fazlalık”tır.
Anna Karenina
Kitapta iki temel hikâye var. Birincisi ve ana temel hikâye evli ve olgun bir kadının, evlilik arifesinde olan genç bir kont ile büyüleyici tanışması ve birbirlerine âşık olduktan sonra bu aşkın getirdiği sonuçları beraber yaşamalarını konu alıyor. Bu yorum tabi su yüzeyinde görünen parçanın kısmı.
İkinci temel hikaye örgüsü de, Vronsky ile evlilik arifesinde olan genç sosyetik, şımarık bir kızın (Kiti), Vronsky onu terk ettikten sonraki olgunlaşma dönemini ve bir diğer toprak sahibi olan Levin ile evliliğe giden ilişkisini konu alıyor. Dikkatinizi çekerim, iki bekâr insanın aşk hikayesidir bu.
Levin, kitabın diğer edebi incelemelerinde de bahsedildiği gibi, Tolstoy’un alter egosudur. Tolstoy ne düşünüyorsa, ekonomik sistem, tarım, seçimler, bürokrasi, aristokrasi, yaşayış biçimleri üzerinde ki tüm düşüncelerini Levin üzerinden veriyor. Levin romanın sonuna kadar her şeye mantık ile cevap vermeye çalışıyor ve kendisi bir tanrı tanımaz kişilik. Neden severiz, sevgi nasıl oluşur, bilimin ve aklın çözemediği sorulara cevap vermeye çalışırken bir anda Tolstoy cevabı veriyor: “Bu tip şeylere akılla bilimle cevap veremezsiniz, onlar vardır ve içinizden gelir, sorgulamanın bir anlamı yok çünkü o tanrıdan gelir.”
Mahşer
Yazar yine çok özgün bir kurguyla daha karşınızda. Belki öldürücü virüslerin dünyayı sarıp insanları yok ettiği birtakım filmler ya da benzer konulu kitaplar okumuş olabilirsiniz. Hatta bu bana bir bakımdan Will Smith’in “Ben Efsaneyim” filmini de çağrıştırdı ama tabi bu kitapta onun gibi zombi ya da garip yaratıklar yok. Bu biraz da “garip” tanımınıza bağlı tabi ama genel olarak gerçekten kurgusu bu tip film ve kitapları andırsa da King’in ellerinde yine bambaşka şekilde işlenerek adeta apayrı bir kurguya dönüşmüş. Arka kapak yazısından da anlaşılacağı üzere bir kobayın kaçması sonucu bu kobaydaki virüsün temasa geçtiği herkese yayılması sonucunda insanları ele geçirmesi anlatılıyor. Özellikle kitabın isminin “Mahşer” olması, aksiyon-gerilim gibi bir tür içerisinde olması ve en önemlisi de Stephen King faktörü beklentiyi bayağı yükseltiyor ve kitabın bunu karşılayamadığını hisseden okuyucu şevkle başladığı kitabı biraz zorlanarak ilerletebiliyor. Korkuseverler için bu uzun roman kesinlikle okunmayı hak ediyor.
Rüzgar Gibi Geçti
1936’da Margaret Mitchell ilk romanını yayımladı: Rüzgar Gibi Geçti. Aynı zamanda onun sonuncu romanıydı. Altı ayda 1.000.000 kopya sattı; Pulitzer Ödülü kazandı; akıl almaz derecede popüler bir filme dönüştü. 1943’te Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”nin yazarı olmanın tam zamanlı bir iş olduğunu yazdı. Trajik bir şekilde, altı yıl sonra öldü. Günümüzün ciltsiz bir baskısı sizi yaklaşık 1500 sayfa için alıkoyacak, ama bu bizim için bir sorun olmaz, değil mi?
Don Quixote
Geçmiş dediğimiz kavram, yabancı bir ülkedir ve zaman zaman bu kitap, ruhsuz bir yaşam biçimi ve olağanüstü şiddet olayları olan çok, çok yabancı bir yer gibi görünebilir. Ancak, dört yüzyıl önce ilk kez yayınlanmasına rağmen, Miguel de Cervantes’in romanı bugün hâlâ adı bilinmeyen kahramanı ve onun yardımcısı Sancho Panza’nın insanlığı ile parıldıyor. Don Kişot, çok sayfalar talep etse bile, okumaya karşı polemik olduğunu iddia ediyor. İngilize’ye son çevirilerinden biri 970 sayfadan fazladır.
Shantaram
David Roberts (Lindsay, Lin, Linbaba, Shantaram) Bombay günlerini bu uzun roman – otobiyografik kitapta detaylı olarak anlatıyor. Öylesine farklı kesimlerden öylesine detay veriyor ki Bombay’da yaşayan bir Hintli bile bu kadarını bilemez. Kitapta karakter tasvirleri çok güzel yapılmış. Onlarla ilgili gelişmelerde bazen üzülüyor bazen seviniyorsunuz. Prabaker karakteri çok komik, duru, saf ama sonrası çok hüzünlü. Karla büyüleyici ve kahramanımızın büyük aşkı, Kadirbhai, baba gibi gördüğü kişi fakat kahramanımız kitabın sonunda gerçeklerle yüzleşiyor, biraz hayal kırıklığı biraz aldatılmışlık var ama her şeyi olgunlukla karşılıyor.
Bu kitap ne anlatıyor derseniz; Hindistan, yaşam tarzı, gelenekler, arkadaşlık, mafya, savaş, aşk, romantizmi anlatıyor fakat bence en önemlisi kanun dışı kişiliklerin bile belli bir düzeni, belli bir sistemi Bombay’de kurmuş olmasını anlatıyor. Bu uzun roman bir bu kadar daha olsa yine okunur; yazarın kendine bağlayan bir büyüsü var. En çok merak ettiğim konu bu zaten. Böyle bir kitap nasıl yazılır?
gerçekten hayran kaldım..