Pandeminin birinci yılını arkamızda bırakırken dünya olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birinin de kahkaha olduğunu fark ettik. Biraz moral, herkesin aradığı şeylerden biri oldu. Şanslıyız ki bazen bu morali hemen yanı başımızdaki internetten, istediğimiz filmi seçerek bulabiliriz. Bu kendine has yüzyıl, serotonin patlaması yaşamak istediğimizde açıp izleyebileceğimiz halihazırda pek çok harika komediler üretmiş, üretmeye de devam etmektedir. İşte 2000’den bu yana bizi hiç yarı yolda bırakmamış 21. yüzyılın en iyi komedileri.
- “Borat Subsequent Moviefilm” (2020)
Orijinal filmden 14 yıl sonra piyasaya sürülen bu kahkaha cümbüşü, WGA ödüllü ve Oscar adaylı yazar ekibinden olan yönetmen Jason Woliner’ın bu taşkın devam filmi, Sacha Baron Cohen’in hararetli beyninden neşet etmektedir.
2018’deki ara seçimden sonra Baron Cohen, Trump’ı hedef alan bir “Borat” filmi çekmek için yola koyuldu. Film, artık tanınan bir gazeteci olan Borat’ın maceralarına odaklanıyor. Kendisini bir yıldız olarak gören Borat, kimliğini saklayarak çalışmak zorunda kalır. Borat karakterine bir kez daha Sacha Baron Cohen hayat veriyor.
- “The 40-Year-Old Version”
İşte, canlı bir şekilde yeni bir şeyi ifade eden siyah-beyaz çekilmiş bir film. Senarist ve yönetmen Radha Blank; filmde kendisini, uzun zamandır hiçbir oyunu sahneye koyulmamış bir oyun yazarı olarak başrole almaktadır. Blank bizlere, 21. yüzyılın “güler misin ağlar mısın” komedilerinden birini sunuyor.
- “On the Rocks” (2020)
Lost in Translation‘da görmeye alışık olduğumuz rolüne ilaveten bu sefer Bill Murray, roman yazarı kızının kariyerini, evliliğini ve ebeveynliğini anlamlandırmasına yardımcı olmaya çalışan, normalden abartılı şekilde dünyayı dolaşan bir sanat tüccarı olan Felix’i canlandırıyor. Murray ekranda ne zaman görünse komedi cızırdıyor: Murray; baskıcı, duyarsız, doğuştan kadın avcısı ve damadı Dean’e (Marlon Wayans) olan güvensizliği kızını ciddi bir kargaşanın içine alıyor. Kendine özgü mizah dergisi çizgisinin yanı sıra Murray, düşkün aile babası imajına tatlı bir hassasiyet getiriyor.
- “Palm Springs” (2020)
Her günün aynısı… Bitmek bilmeyen bıkkınlık… Modern komedi klasiği “Groundhog Day” ile aynı anlatı çerçevesi ve sinematik dil üzerine inşa edilen Max Barbakow ve Andy Siara’nın Palm Spring‘i, zaman döngüsü bilmecesini kendi yeni hikâyesine zekice yeniden yönlendiriyor. Nyles (Andy Samberg, komik ve dümdüz üzgün olmanın arasında leziz bir orta buluyor), film başlayıp en kötü gününü tekrar tekrar yaşarken bile kendi “her gün aynı terane”sine çoktan batmıştı. Nyles, sonsuzluğu kucaklamıştı, ancak Sarah’ın (Cristin Milioti) gelişiyle işler gerçekten eğlenceli hâle geliyor.
- “Toni Erdmann” (2016)
Toni Erdmann’ın kendini gösterdiği o ilk an, tüm zamanların en kahkahaya boğan girişlerinden biridir. Filme adını veren karakteri oynayan Peter Simonischek, gerçekten tam da yetişkin kızı Ines ile yeniden bağ kurmayı uman 70 yaşındaki gülünç ikinci şahsiyetli birini canlandırmaktadır. Ines, boş bir işkolik hayatı yaşıyor ve hayatına biraz eğlence katmanın yolunu başka biri gibi giyinmekte ve şakalar yapmakta buluyor. Kelimenin tam anlamıyla “zorla eğlenmeye” dayalı bir plan ama bu etkili olmadığı anlamına gelmiyor. Yönetmen Maren Ade, “The Apartment” ve “Playtime” filmlerine değerli bir miras olarak 21. yüzyıl komedisinin kapitalizmini sunuyor.
- “A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence” (2014)
Bu genç yüzyılın en iyi komedilerinin çoğu, kahkahaları iletmek için diyaloglarına güveniyor. Mizahın set tasarımında piştiği veya görsel şakanın tek cümlelik kısa fıkradan daha çok göze çarptığı pek görülmemiştir. Roy Andersson bunu başaran nadir insanlardan biridir. Finli üstad daha önceki filmlerinde canlı tablo denen absürtlüklerini sergiledi fakat “A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence“da bu tarzının artık yer ettiğini görüyoruz. Gemi restoranının zemininde bir yolcu ölü yatarken, en büyük soru şudur: kesinlikle el değmemiş birasını kim içmelidir? Sonuçta, neden boşa gitsin? Bu olay, onun insanlık hakkındaki komik görüşünü yansıtıyor. Ve hikâyeler gelmeye devam ediyor. Sizi kahkahalarla nefessiz bırakacak bir komedi. Kendinizi Andersson’un taklit edilemez frekansına bırakın.
- “Greener Grass” (2019)
“Greener Grass” dünyası, kendisini yabancı hissettiren absürtlüklerle gitgide daha katmanlı hâle gelse bile kendini gerçek ve tanınabilir hissettiriyor. Bu film, Wes Anderson’ın “Black Mirror” filmini üstlenmesi ya da “Wild at Heart” filminden David Lynch’in aniden “Desperate Housewives“ın bir bölümünü yönetmesi gibi adeta.
- “This is the End” (2013)
Bu filmde, James Franco’nun evinde “dünyanın sonu” partisi veriliyor ve ünlüler kendilerini oynuyorlar. Bu ünlüler; Rogen, Rihanna, Paul Rudd, Danny McBride, Craig Robinson, Michael Cera, Emma Watson ve Mindy Kaling’den oluşuyor. Kıyamet günü gelip çattığında ne yapardın sorusunu, komedi üzerinden cevaplayan This is the End, Seth Rogen ve Evan Goldberg’in gürültülü ilk yönetmenlik denemesini bizlere sunuyor.
- “In Bruges” (2008)
İki kiralık katil olan Ray ve Ken zor bir işin ardından patronları Harry Waters tarafından Belçika’nın romantik şehri Brugge’a tatile yollanırlar. Geldiği ilk günden beri bu şehirden nefret eden Ray’i, burada pek çok sürpriz beklemektedir. Bunun sadece basit bir tatil olmadığını düşünen Ray burada yeni insanlarla tanışır ve aşkı ile kendi hayatı arasında gelgitler yaşamaya başlar.
Fragmanı eğlencelik bir aksiyon filmi vadetse de, film aynı zamanda son derece dramatik bir hikâye de sunuyor. Bunlara ek olarak 2008 Golden Trailer’da iki adaylığı ve bir ödülü bulunmakta.
- Booksmart (2019)
“Superbad“, “Bridesmaids” ve yakın arkadaşlığın görkemi ve iğrençleşmesi hakkında sayısız diğer komedinin olası en güzel modern karışımı olan Olivia Wilde’ın ilk uzun metrajlı filmi, sadece zeki kızlara, kötü lise anılarına ve hovardalığın son gecesine ithaf edilen bir övgüden ibaret değil, aynı zamanda son derece komik. Başlarda geçen dönemlerin The Blacklist senaryosundan ilham alan senarist Katie Silberman’ın malzemeyi ele alışı klasik bir kurguya yeni bir dokunuş getiriyor.
- Crazy Rich Asians (2018)
Kevin Kwan’ın aynı adlı çok satan romanından uyarlanan “Crazy Rich Asians“, Çinli-Amerikalı profesör Rachel Chu’nun gizlice zengin erkek arkadaşı Nick Young ile Singapur’a uzanan seyahatini konu alıyor. Çift, ışıltılı ülkeye vardıklarında Rachel, sevgilisinin ailesinin ne kadar zengin (gerçekten çok zengin) olduğunu ve Nick’in annesi Eleanor’un oğlunu kendi statülerinin altında olan biriyle evlenmesinden korumayı ne kadar şiddetle istediğini öğrenince şok olur. Hikâyenin gösterişli doğasına ve bariz romantik komedi sensibilitesine rağmen; film her karaktere, hatta görünüşte kötü adamlara bile empati duyguları sağlamak için büyük çaba sarf ediyor.
- The Death of Stalin (2017)
Armondo Ianucci’nin ilk uyarlanmış çalışması, “Veep” ve “In the Loop“un kaba bürokratik hicvini, hayal edebileceğiniz tüm hoş ve nahoş bükülmelerle Sovyetler Birliği’ne taşıyor. Fabien Nury ve Thierry Robin’in çizgi romanından uyarlanan film, 1953’ün çalkantılı fonunda, Stalin’in ani ölümü ile geride bıraktığı hükümeti çözmek için bırakılan korkunç, kinci politikacılar arasında gülünç bir güç mücadelesi ortaya çıkartıyor. Steve Buscemi, Ianucci’nin kaba diyaloglarını ve hırçın çıkışlarını keyifli bir “kendini yok eden” sarmalda savurmanın tadını çıkaran (aksansız) olağanüstü bir oyuncu kadrosuna liderlik ediyor.
- Knives Out (2019)
Knives Out, ünlü bir yazarın ölümünün ardındaki sırrı ortaya çıkarmaya çalışan bir dedektifin hikâyesi etrafında gelişiyor. Ünlü bir suç romanı yazarı olan Harlan Thrombey, 85. yaş gününde evinde ölü bulunur. Meraklı bir araştırmacı dedektif olan Benoit Blanc, gizli bir şekilde cinayet araştırmasında yer almaya başlar. Harlan Thrombey’nin ailesine soruşturma için başvurulur, ancak aile tam anlamıyla hiçbir işe yaramazdır. Blanc, tüm bu yüzeyde görünenlerin altını kazımak ve tüm yalanları ortaya çıkararak Thrombey’nin ölümünün ardındaki gerçeği bulmak için zorlu bir mücadeleye girişir. Dedektif araştırmasını ilerlettikçe gizem çözülmeye başlar.
- Juno (2007)
Yazar Diablo Cody ve yönetmen Jason Reitman’ın kimyasal denklemi, Cody’nin sıra dışı çağdaş diyaloğunu sergileyen bu geleneksel olmayan aile komedisiyle ekranları havaya uçuruyor. Yeni erkek arkadaşından hamile kalan ve bebeği beyaz yakalı çifte evlatlık vermeye karar veren kıvrak zekalı genç kızın hikâyesi, bir komedinin arkasında gizlenen beklenmedik duygu selini ortaya seriyor.
- Shaun of the Dead (2004)
Bu iğneleyici aksiyon-komedi filmi kazançlı bir kombinasyon sunmakta: idman arkadaşları Simon Pegg ve Nick Frost ile senaryoyu Pegg ile birlikte tasarlayan stil ustası Edgar Wright. Simon Pegg, zombileri öldürmede zannettiğinden çok daha cesur ve becerikli olduğu ortaya çıkan ezik bir tipi oynuyor. Nükteli bir İngiliz romantizmini zombi istilası ile karıştırmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.
- O Brother, Where Art Thou? (2000)
Kırsal mizah ve akılda kalıcı güney kökleri müziği ile dolu bu neşeli Coen kardeşlerin Homer’ın 1930’larda geçen “The Odyssey” uyarlaması filmi, uslanmaz ve küfürbaz bir suçlu olan Everett Ulysses McGill (George Clooney), kandırdığı Pete ve Delmar adlı iki saf mahkumla beraber bir firar planı etrafında gelişmekte. T-Bone Burnett’in en çok satan film müziği, yılın albümü dalında Grammy kazandı ve görüntü yönetmeni Roger Deakins, bir Working Title filmi olan yapımın renk paletinde yaptığı öncü dijital değişikliklerle Oscar adaylığı kazandı.
- Best in Show (2000)
Best in Show, Amerika’daki ünlü bir köpek yarışmasına katılmak için eğitilen cins köpek sahiplerinin yaşamına odaklanıyor. Köpek sahipleri, yılın en güzel köpeğini belirleyen Mayflower Show’u kazanmak için ellerinden geleni yapar. Köpeğinin zaferi en çok hak ettiğini ve bu nedenle en iyi dört ayaklı arkadaş olduğunu kanıtlamak isteyen yüzlerce katılımcı yarışma için büyük bir hazırlık içindedir. Ancak birçok farklı insanın bir araya geldiği bu yarışmada kaos da kaçınılmaz olur. Bu da komedi kompozisyonunu oluşturan en önemli bileşenlerdendir.
- The 40 Year Old Virgin (2005)
- Tropic Thunder (2008)
Tropic Thunder filmi, aksiyon filmlerinde oynayan aktörlere eğitim veren Dale Dyle adlı eğitim kampında kalan ve sonrasında yeniden topluma dönen oyuncuların karşılaştıkları gerçek hayattaki bocalamaları anlatıyor. Savaş filminde oynamaya başlayan oyuncularımız, filmde gerçek savaş koşulları altında olunca eğitim kampında öğrendiklerine başvurmak zorunda kalıyor ve ortaya film içinde bir film komedisi çıkıyor. Ben Stiller’ın yönetmenliğindeki son filmi; Tom Cruise, Matthew McConaughey ve Jon Voight gibi oyuncuların boy göstermesiyle de ilgi çekiyor.
- What We Do in the Shadows (2014)
Taika Waititi ve Jemaine Clement’in vampirler hakkındaki ürkütücü ve alaycı belgeseli, gecenin yaratıkları için harika bir PR ve Yeni Zelanda’nın ölüden daha ölümcül mizahına mükemmel bir giriş niteliğinde.